Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun ilk toplantısında konuşan Genel Başkanımız Önder Aksakal, terör sorununa karşı milli birlik vurgusu yaptı. Emperyalist planlara dikkat çeken Aksakal, PKK terör örgütü ve ilerleyen süreçte PYD – YPG – KCK gibi bağdaşık yapıların tamamen tasfiyesinin sağlanması gerektiğini belirterek, komisyon görüşmelerinin şeffaf ve toplumdan hiçbir şey saklanılmaması gerektiğini söyledi.
Genel Başkanımız Aksakal Konuşmasında; "Türkiye olarak, bizim de içinde yer aldığımız bölge üzerine on yıllar öncesinden planlanmış stratejinin yeni aşamalarından biri ile karşı karşıyayız.
Demokratik Sol Parti olarak, 1999 yılında 66 Milletvekiliyle üstlendiğimiz 56.ncı Cumhuriyet Hükümeti döneminde, tamamen etkisiz hale getirdiğimiz terör örgütü PKK’nın aradan geçen 25 yıl içinde hangi aşamaları kat ederek bugünkü toplantının zeminini nasıl yarattığını uzun uzun tartışmak herkesin bildiğini tekrardan başka bir anlam taşımayacaktır.
Özünde unutmamamız gereken husus şudur ki, Osmanlı İmparatorluğunun üç kıta üzerinde 620 yıl süren hakimiyetini ortadan kaldırmak amacıyla topyekûn başlatılan emperyalist işgal ve paylaşım savaşı sonrasında bu topraklarda binlerce yıllık geçmişe sahip asil Türk milleti, her kökenden ve her inançtan tüm unsurlarıyla kol kola girmiş, omuz omuza, sırt sırta vermiş ve göğüs göğüse bir mücadeleyle ulusal kurtuluş zaferini tarihin sayfalarına altın harflerle yazmıştı.
Var olduğumuz günden itibaren belleğimizden çıkarmadığımız ve asla çıkarmamamız gereken bir tek kural vardır ki; o da vatanın kutsallığıdır!
Değerli Milletvekilleri,
Burada bulunan herkes gerek dönemi yaşayarak gerekse açık kaynaklardan edindiği bilgilerle bugün gelinen sürecin başlangıcı konusunda bilgi sahibidir. Bunu bir ön kabul olarak ortaya koymak durumundayız.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve soğuk savaş döneminin sona ermesiyle birlikte jeopolitik düzlemde dünyanın tümü üzerinde bir hakimiyet gücü oluşturmak isteyen emperyalist sistem, önce küresel siyasi dengeyi kendi oluşturduğu terör örgütleriyle kurmuş, beraberinde özellikle Asya kıtası üzerinde başta Rusya ve Çin olmak üzere Türk Devletleri coğrafyasını hedefine koymuştur.
Buna İran – Irak – Suriye ve Türkiye toprakları da dahildir.
Şunu artık yadsımanın bir anlamı yoktur. İngiltere’nin koordinatörlüğünde, ABD’nin yöneticiliğinde, tetikçiliğini İsrail ve muhtelif terör örgütlerinin üstlendiği bu planın nihai varacağı nokta ise İsrail ile Ermenistan’ı sınır komşusu yapmaktır.
Burada bulunmamıza neden olan konuyu başlangıcından irdelemek gerekirse, varacağımız nokta emperyalizmin bölgemizde kendisine partner olarak yarattığı PKK terör örgütü ve ilerleyen zaman sürecinde PYD – YPG – KCK gibi bağdaşık yapıların tamamen tasfiyesinin sağlanması olmalıdır.
Varoluş nedenlerini sözde “Kürt sorunu” adı altında bir ortak paydaya yaslayan bu ayrılıkçı siyasetin önde gelenleri de çok iyi bilmektedir ki konu ekonomik, sosyal ya da demokratik işleyişle alakalı değil, tamamen fiziki bir bölünmenin hayaline, heves ve niyetine dayanmaktadır.
Zira, başta ABD olmak üzere haçlı dünyası birinci dünya savaşı sonrasında gerçekleşen ulusal kurtuluş savaşımızla çizilen sınırlarımızı, üzerinden bir asır geçmesine rağmen hâlâ kabullenememiştir.
Dolayısıyla önce doğru teşhisle işe başlamak gerekir. Bize göre sorun Güneydoğu sorunudur, sorun Güneydoğu’da bazı tarihsel nedenlerle oluşmuş çağdışı bir feodal yapı sorunudur.
Eğer sorun gerçekten “kürt sorunu” olsaydı bunun Ankara’nın Haymana’sında Bâlâ’sında, Konya’nın Cihanbeyli’sinde Kulu’sunda da olması gerekirdi. Ve hatta İstanbul’un, İzmir’in, Adana’nın, Mersin’in birçok mahallesinde milyonlarca Kürt kökenli yurttaşımız yaşıyor, oralarda da olması gerekirdi.
Oysa Türkiye’nin Güneydoğusundan başka hiçbir yöresinde böyle bir sorun yoktur.
Hepimiz değişik ırklardan değişik etnik kökenlerden gelip yüzyıllar boyunca bu topraklarda ayrımsız kaynaşmış olan bir ulusun eşit insanlarıyız.
Zira sorun fukaralıksa Kürt’de olduğu kadar Türk’te de var, Arap’ta da Süryani’de de, diğerlerinde de vardır.
Sorun vergide adaletsizlikse Kürt ne kadar mağdursa Türk onlardan kat be kat fazlasıyla mağdurdur.
Özellikle askeri darbe dönemlerinde Kürt işkenceyi yaşadıysa en az onun kadar Türk de yaşamıştır. Yol sorunu, elektrik - su sorunu, okul sorunu Kürt’ün yaşadığı kadar Türk’ün de yaşadığı sorundur.
Demem odur ki ortak varlığımız kadim Türk Devleti tarihin hiçbir döneminde tasada ve kıvançta yurttaşlarını Kürt – Türk veya Alevi – Sunni diyerek ayırmamıştır.
O zaman meselenin özüne iyi bakmamız lâzımdır. Mesele emperyalizme karşı direnç meselesidir, kurucu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği “tam bağımsız Türkiye” hedefine ulaşabilmek için birlik ve beraberliğimizi yeniden güçlendirme meselesidir.
Bunun için de önce başımıza musallat edilen terör belâsını bertaraf etme konusunda bir kararlılık ortaya konulmalıdır.
Bu nedenle, bu Komisyonun adının “Tam Bağımsız Türkiye Yolunda Ulusal Birlik Komisyonu” olması Demokratik Sol Parti olarak önerimizdir.
Sayın Milletvekilleri,
Türkiye çok acılar yaşadı. Toplumların ve bireylerin birbirini yok sayarak, inkâr ederek güvenli, sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir gelecek kurgulayabilmeleri imkânsızdır.
Kendisini “Kürt” olarak tanımlayan birini zorla “Türk” yapamazsınız.
“Ben Aleviyim” diyene başka inanç değerleriyle yaşamasını dayatamazsınız.
21.nci yüzyılda, bilimin, teknolojinin ve iletişimin en üst noktalarını yaşadığımız bir dünyada bu tür yaklaşımlar asla kabul görmez ve görmemelidir.
Ancak Anayasamızda ifadesini bulmuş millet tanımının, toplumsal yaşam kriterlerinin tartışmaya açılması, ortak paydada buluşabilmiş halkı ayrıştırmaya kalkmanın asla kabul edilemeyeceği de bilinmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve geçen yarım asra yakın zaman içinde müesses nizam içerisinde yer alan ve Anayasal çerçevede kanunsuzluk yapanların da bir hukuk devletinde cezai sorumlulukları vardır, bu da mutlaka yerine getirilecektir, getirilmelidir, bundan da kimse rahatsızlık duymamalıdır.
Bugün geldiğimiz noktada bazı gerçekleri yeniden işaretlemek önemlidir.
Yıllarca hem içyapımızda hem de dışarıda organize edilmiş, her türlü silahlı donanıma sahip bir terör örgütü yaratılmıştır. Adı PKK’dır.
Aldığı olağanüstü emperyalist desteğe rağmen PKK hâlâ uluslararası camiada terörist bir örgüt olarak tanınmaktadır.
Bu örgüt daha geniş bir alanda farklı boyut ve unsurlarla çeşitlendirilmiş PYD, YPG, KCK ve benzeri isimlerle ortaya sürülmüştür.
Terör örgütünün elebaşı 15 Şubat 1999 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin dirayetli ve kararlı stratejileri sonrasında yakalanarak, yine kendisini yaratan ve kullananlarca Türkiye’ye teslim edilmek zorunda bırakılmıştır.
Yakalandığı tarihte ceza yasalarımızda işlemiş olduğu suçun cezası idam olmasına rağmen Demokratik Sol Parti’nin programında yer alan idam cezasının kaldırılması süreci başarıyla hayata geçirilmiş ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla PKK elebaşı yaşamını sürdürme şansına kavuşmuştur.
Terör örgütü elebaşının 27 Şubat 2025 tarihinde İmralı’dan yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” içeriği itibariye isabetli bir yaklaşım ortaya koymuştur.
Sadece gerekçeleri değil çözüm yöntemiyle de isabetli bir çağrıdır. En önemli tespit ise, biraz önce belirttiğim çerçevede, “ülkede kimlik inkârının çözülmüş olmasına, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmelere dikkat çekilerek, PKK’nın anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açtığı vurgulanmıştır. Bu sebeple ömrünü tamamladığı ilan edilmiştir. Terör örgütünün yaradılış gerekçelerinden olan aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu ortaya konulan; ayrı ulus devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler gibi taleplerin, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamadığı sonucuna vararak sorunun esasen çözüm yolunu da göstermiştir.
Şimdi gerçekçi yaklaşımlarla ve samimiyetle elbirliği yapılmalıdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın PKK – PYD – YPG – KCK ve tüm türevleri zaman geçirmeden silahlarını teslim etmeli, suça karışanlar yasal müeyyidelerini yerine getirmeli, terör örgütü üyesi olmak dışında herhangi bir suça karışmamış olan diğerleri de belirlenecek bir programla toplumsal yaşama geri dönmelidirler.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin çözüme yönelik yaklaşımını sinsi planlar için bir fırsata çevirme gayreti içinde olanlara devlet kararlılığının derecesi zaman geçirmeden gösterilmelidir.
Zira an itibariyle terör örgütünün Suriye yapılanmasının başında bulunanlar beklenilen yaklaşımı göstermekten uzak durmaktadırlar.
Esasen aynı yaklaşım kendi içimizdeki PKK sempatizanı bazı siyasetçilerce de sergilenmekte ve bölge insanlarımıza yönelik yaptıkları açık hava konuşmalarında “devlete yirmi maddeden oluşan talepler listesi verildiğini”, bunun devletin elinde olduğunu ve bunların karşılanmasını beklediklerini alenen belirtmektedirler.
Şimdi bu yirmi maddelik talep listesi nedir, varsa ve içeriği ne ise buradaki Komisyon Üyelerinin huzurunda açıklanmalıdır.
Meselâ Suriye’de elde edilen ve Türkiye’de de istenilen bir statüden söz ediliyor. Elde edilmesi düşünülen bu statünün niteliği ve çerçevesi nedir, içeriği burada Komisyon Üyelerinin huzurunda tanımlanmalıdır.
Otuz tane çakaralmaz silahın göstermelik yakılarak silah bırakılmış olmayacağını hepimiz iyi biliyoruz. Bu tür taktiklerden vazgeçilmeli, Türkiye Cumhuriyeti Devleti asla hafife alınmamalıdır!
Bu Komisyonda alınacak tüm kararlar, terör örgütünden istenilen şartları bütünüyle ve öncelikle uygulaması koşuluna bağlanmalıdır.
Bu komisyonun başarılı olması için; evvelemirde ABD ile bu konuda son kez görüşülmeli, soğuk savaş sonrası kendince kurduğu siyasi denge unsuru olan terör stratejisinden artık vazgeçmesi istenmelidir. Bununla birlikte;
Yurt dışında, özellikle Fransa, Belçika, Almanya ve İskandinav ülkelerinde konuşlanan ve örgütlenen, Kürt, Ermeni diasporalarının yok edilmesi veya kendilerini feshetmesi sağlanmalıdır. Bunun için Dışişleri Bakanlığı ile Milli İstihbarat Teşkilatımıza önemli görevler düşmektedir.
Bu komisyonda, “dini köken, etnik köken” gibi ayrılıkçı konular görüşülmemeli, ulusal bütünlüğe, üniter yapıya zarar verecek herhangi bir konu gündemde olmamalıdır.
Zira bugün yanlış mecrada tartışılan bir konu, yarın hayata geçirilmeye çalışılır. Bildiğimiz bir atasözü vardır, aynı yerden bir kişi geçerse iz olur, iki kişi geçerse yol olur. Bu komisyonda iz olan yarın parlamentoda yol olur.
Dolayısıyla komisyondaki tartışmalar, cinsiyet, etnik köken ve inanç temelli değil insan hakları boyutunda olmalıdır. Toplumu oluşturan bireylere, “kadın-erkek, Kürt-Türk, Alevi- Sünni” olarak değil insan olarak bakılmalıdır.
Komisyonda alınacak kararlar "Demokrasiyi" güçlendirecek nitelikte olmalıdır. Bunun için; Mahalle Muhtarından, Belediye Başkanına, Milletvekilinden, Cumhurbaşkanına kadar tüm seçilmişlerin yasal koruma kalkanı olmalı, dokunulmazlıkları olmalıdır. Görevi sırasında oluşabilecek yargısal durumlar (suç üstü halleri hariç) dönem sonuna bırakılmalıdır.
Siyasi partiler ve seçim kanunları çağa uygun bir şekilde yeniden ele alınmalı, siyasetin finansmanı adil ve şeffaf olmalıdır. Seçim barajları kaldırılmalıdır.
Ceza ve İnfaz Kanununda bir değişiklik yapılırken çok dikkatli olunmalı, terör suçlarının bir kısmı kapsama alınıp, bir kısmı dışarıda bırakılırsa devletimizin bunca yıllardaki emeği boşa gittiği gibi, şehit ve gazilerimizin de kanı ve gözyaşı boşa gitmiş olacaktır.
Anayasa Mahkemesi, anayasanın eşitlik ilkesi nedeniyle bu düzenlemeyi genişletecek, bu durumda PKK’lısından DEAŞ’lısına, organize suç örgütü mensuplarından FETÖ’cüsüne kadar tüm terör unsurları dışarı çıkıp yeniden örgütlenme fırsatı bulacaklardır.
Bu komisyon Suriye'nin kuzeyindeki YPG örgütlenmesini ve faaliyetlerini yakından izlemeli, YPG silah bırakmadan ve Suriye Devlet güçlerine entegre olmadan PKK ile ilgili herhangi bir adım atmamalıdır.
Komisyon görüşmeleri şeffaf olmalı, toplumdan hiçbir şey saklanmamalıdır. Zira toplum desteğini arkasına almayan hiçbir karar başarıya ulaşamaz.
“Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” ilkesine bağlıysak -ki öyleyiz- milletten hiçbir şey kaçırılmamalıdır.
Son söz olarak şunu söylemek isterim, bu topraklar üzerinde yaşayan tüm unsurların olağanüstü mücadelesi sonucunda birlikte kurduğumuz demokratik Cumhuriyetimizin çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşması için kavgaya değil uzlaşıya, ayrılığa değil beraberliğe ihtiyaç vardır.
Binlerce yıl bir arada yaşamış nesiller olarak hangi etnik kökenden ya da inançtan olursak olalım bu vatan hepimizindir. Sizleri ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum" dedi.