Genel Başkanımı Sayın Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısına, 06 Mayıs'ta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı anarak başlayan Aksakal, ABD emperyalizmine karşı yürüttükleri mücadele sonrası idam sehpasında “Tam bağımsız Türkiye” diyerek verdikleri mücadeleyi ve bu günler için halkı uyandırma amacını vurguladı. Terörsüz Türkiye süreci ve PKK ile mücadele konusunda da açıklamada bulunarak, toplumsal vicdanın rahatlatılması gerektiğini ifade etti. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yapılan saldırıyı şiddetle kınadığını bir kez daha hatırlattı. Ekonomik durumu da değerlendiren Aksakal, Enflasyon verilerinde gerçeklikle bağdaşmayan açıklamalar yapıldığını belirten Aksakal, toplumun yaşadığı ekonomik sıkıntılara işaret etti. Ayrıca, ülkemizin tarımsal krizle karşı karşıya olduğunu ifade etti.
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında; "Sözlerime başlarken geçirdiği ani rahatsızlık sonucunda uzunca bir süredir devam eden tedavisi sürecinde doktorlarımızın tüm gayretlerine rağmen Cumartesi günü yaşamını yitiren TBMM Başkanvekilimiz merhum Sırrı Süreyya Önder’e Allahtan rahmet, kederli ailesine sabır ve metanet, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi camiası ile tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Önceki gün, yani 06 Mayıs’ta, bir yandan yaz aylarının müjdecisi Hıdırellez’in manevi iklimine yüreklerimizi teslim ederken diğer taraftan da o yüreklerimiz darağacında üç fidan için bir kez daha titredi.
ABD emperyalizmine karşı yürüttükleri kararlı mücadeleleri sonrası götürüldükleri idam sehpasında “yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!” diyerek taburelerine tekme atan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan tam da bu günler için halkı uyandırmak istemişlerdi.
Büyükelçisinin makam arabasının ODTÜ’de yakılmasının intikamını bu şekilde alan ABD’ye en küçük refleks gösteremeyenler, bugün Deniz Gezmiş’in kabri başında timsah gözyaşları dökenler, o tarihteki Meclis Genel Kurulunda yapılan oylamada tam çoğunlukla yer almamaları yüzünden bu üç devrimcinin idam edildikleri gerçeğini asla silemeyeceklerdir.
Bugün Ortadoğu’da ve coğrafyamızda yaşanan emperyalist işgal planlarının karşısında Denizlerin, Yusufların, Hüseyinlerin inançlarıyla durabilmenin erdemini hep birlikte ortaya koyabilmeliyiz.
Şehadetlerinin 53.ncü yılında tam bağımsız Türkiye mücadelesinin kahramanların saygıyla ve rahmetle yâd ediyorum.
Bu vesileyle, mademki küresel emperyalizmin ve görünen yüzü ABD’nin katliam ve soykırımlarını lânetliyoruz, Ortadoğu’da milyonlarca insanın hunharca katledilmelerine isyan ediyoruz, o halde Amerika’nın stratejilerine karşı bu devrimci evlatlarımız için zaman geçirmeden iade-i itibar yasası çıkarılması hususundaki çağrımızı bir kez daha yineliyorum.
Kırk yılda 40 bin insanımızın yaşamını yitirmesine, onbinlerce insanımızın hayatının kararmasına sebep olmuş terör örgütü PKK ile yürütülen “Terörsüz Türkiye” sürecinde gündemin bir diğer çalışması da mücadeleleri sırasında tek bir cana kıymamış bu üç fidanın hakkını teslim etmek olsun ve bu vesileyle geç de olsa toplumsal bnnı rahatlatalım.
Değerli basın mensupları,
Önceki gün CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’e yönelik yapılan alçakça saldırıyı şiddetle lânetlediğimizi bir kez daha ifade etmek istiyorum. Gerekçesi ne olursa olsun bu saldırı demokrasiye, hukuk devletine ve insan haklarına, kısacası insanlığa karşı yapılmış bir saldırıdır!
Önemli olan şudur ki; hangi siyasi yapı olursa olsun herkes ÖNCE TÜRKİYE diyebildiği zaman bu menfur girişimler boşa çıkacaktır.
Değerli basın mensupları,
Küresel emperyalist sistem gerek bölgemiz, gerek coğrafyamız üzerindeki hayal ve hedeflerini gerçekleştirebilmek için türlü plan ve tezgâhları kurmaya ve yönetmeye ısrarla devam ediyor.
Şurası bir gerçek ki, adına “Terörsüz Türkiye” denilen sürecin bugün geldiği nokta da bunun en çarpıcı örneklerinden birini teşkil etmektedir.
Türkiye öyle bir ülke haline getirildi ki, 40 bin kişinin katili, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm bir bebek katili, kendi başlattığı terör saldırıları sonrası günün sonunda neredeyse “barış elçisi” haline getirildi.
Kapatıldığı cezaevinden istediği zaman gündeme dair sözde görüşlerini paylaşabiliyor, mesajlarını ülke televizyonlarında yayınlatabiliyor, kendisi sözüm ona “barışın tek seçeneği” olarak topluma kanıksatılmaya çalışılıyor.
Buradan sizler aracılığıyla sormak isterim;
Hangi Kürt kökenli kardeşimizin Türk komşusuyla bir kavgası vardır da sözüm ona bir “barış arayışı” gündemi yaratılmaya çalışılmaktadır?
Artık PKK terör örgütünün elebaşının bile itiraf ettiği gibi herhangi bir sorun kalmadıysa ve silahların bırakılması gerektiği belirtiliyorsa bunun karşısında kendi örgüt mensuplarınca ortaya konulan direnç neyin ifadesidir?
Sayın Bahçeli’nin kendisinin bile inanmadığına inandığımız böyle bir süreç sonrasında varacağı menzil Türk milleti için hangi sonuçlara gebedir?
Başından beri hep söyleye geldik ve söylemeye devam edeceğiz.
Suriye’de çöreklenmiş PKK/PYD/YPG terör yapılanmasının kendiliğinden silah bırakmasını beklemek kelimenin tek anlamıyla hayalciliktir, abesle iştigaldir!
“Umutla beklenen (!)” silahların bırakılmasına dair süreç, terör örgütünün yeni dönemdeki statüsü ve pozisyonunun netleştirilmesi sürecidir, kısacası her seferinde olduğu gibi zaman kazanma taktiğidir!
Küresel sistem dört bir koldan bizi köşeye sıkıştırmaya devam etmektedir. Artık vakit, gerçekleri görme vaktidir.
Bakınız; Amerika’nın gerek Ukrayna gerekse Gazze üzerine oynadığı senaryoların en çarpıcı olanı ve bizi Türkiye olarak, Türk milleti olarak en etkin şekliyle ilgilendireni Kıbrıs konusudur ki, burada AB eliyle Türk Devletleri Topluluğunun dört üyesi ülkelerini karşımıza almışlardır.
Esasen bu bir skandaldır!
Her fırsatta ifade ediyoruz ve söylemeye de devam edeceğiz. Kıbrıs adası sıradan bir kara parçası değildir. Bir Türk yurdu olan bu topraklar üzerinde zaman içerisinde hak sahibi oldukları konusunda “mutabık kaldığımız” İngiltere ve Yunanistan ile birlikte Türkiye olarak bir Garantörlük Sorumluluğu sahibiyiz.
Evet, geçmişte adadaki iki kesim arasında federatif yapılanmalar üzerine görüşmeler sürdürülmüş olabilir ancak Rumların uzlaşmaz tutumları nedeniyle sonuç alınamayan bu müzakerelerin bugün ve bundan böyle ancak karşılıklı tanınacak iki devlet arasında sürdürülebilecek seviyeye çıktığı görülmelidir.
Bunun aksi düşünülemez. Konuyu sağa sola çekmeden, esnetmeden, sündürmeden yapılacak iş yarından tezi yok KKTC Meclisi devletin adını Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak değiştirmelidir.
Türkiye olarak bu kararlılığımızın tezahürü geçtiğimiz Cumartesi günü Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından resmi açılışı yapılan KKTC Cumhurbaşkanlık ve Cumhuriyet Meclisi Külliyesidir.
Bu eserle birlikte yakın zamanda Yüksek Yargı binaları da tamamlanacak ve yarım yüzyılı geride bırakan Kıbrıs Türk Devleti ilelebet payidar kalacaktır.
Değerli basın mensupları,
Dünya top yekün bir ekonomik bunalımın içine düşürülmüştür. Elbette ülkemiz de bundan nasibini almaktadır.
Ülkemiz üzerinde oynanan siyasi oyunların her bir perdesinde başka bir vakıa ile karşı karşıya kalındığında, küresel piyasaları kontrolleri altında tutan merkezler eliyle ekonomik yapımızı sarsan olayları da birlikte yaşıyoruz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi merkezli yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırma, rüşvet ve benzeri yüz kızartıcı suçların ortalığa saçılmasını fırsat bilen spekülatörler Türkiye ekonomisini darmadağın etme gayretiyle bir takım girişimlerde bulundular.
1999 yılında Demokratik Sol Parti olarak başında bulunduğumuz 57.nci Hükümet döneminde çıkardığımız Bankacılık Yasasıyla bugün bu badireleri en az zayiatla atlatabiliyoruz.
Ancak bu şekilde sonsuza kadar gidemeyeceğimiz gerçeğini de herkesin görmesi gerekmektedir.
19 Marttan bu yana ülkemizde yaşanan siyasi gelişmeler maalesef mevcut swap hariç net dolar rezervlerimizi 65.4 milyar dolardan 25 Nisan 2025 itibariyle 16.4 milyar dolara kadar düşürmüştür.
Buradaki rezerv kaybı bu günlerde 50 milyar doları geçmiş gibi gözükse de borsa ve diğer yatırımcı kanallarından da yine bu rakama yakın düzeyde çıkış olmuştur.
Yaklaşık 1.5 sene önce yüksek faiz silahıyla carry trade yöntemiyle gelen para için yabancının sıcak akım tehlikesi olduğunu belirtmiştik.
Şimdiki ortam belirsizliği ve Türk Lirasının ABD Doları karşısındaki değer farkının son dönem enflasyonunun üstünde olması bu dönem carry trade’in de minimum düzeyde olduğunu gösteriyor.
Tahminimiz odur ki Merkez Bankasındaki net rezerv bugün itibariyle 6 ya da 8 milyar dolar seviyelerindedir.
Şimdi başka bir dikkat çekici konuya değineceğim;
Hazinenin Mayıs/Temmuz 2025 döneminde 733.3 milyar lira iç borç, 140.7 milyar lira dış borç olmak üzere toplam borcu 874 milyar liradır.
Bu borcun finansmanı için 803.7 milyar lirası iç borçlanmadan, 70.3 milyar lira ise diğer kaynaklardan sağlanacak ama dikkat ederseniz dış borçlanma yoluyla sağlanacak finansman miktarı “sıfır” lira.
Bu durumda aklımıza şu sorular geliyor, dolayısıyla Hazine ve Maliye Bakanımıza soruyorum; son bir aydır artan CDS primi riskimizden dolayı bize borç veren mi yok, ya da yükselen faiz riskinden dolayı mı dış borçlanma yapamıyoruz?
Sayın Mehmet Şimşek son birkaç gündür televizyonlarda vergi kaçağına yönelik sıkı tedbirlerden söz ediyor. Şehirlerin giriş ve çıkışlarına sabit Vergi Denetmenleri görevlendirerek kontrol sağlayacaklarından söz ediyor.
Aklımıza, geçmişte Padişahın köprünün girişine bir tahsildar, çıkışına da bir tahsildar görevlendirdiği, oluşan yığılmanın giderilmesi için bir de köprünün ortasına tahsildar istendiği fıkrası geliyor.
Hazır yeri gelmişken ironik bir önermede de bulunalım. Siz en iyisi yeni bir kolluk kuvveti oluşturun, adına da Mali Denetim Polisi diyebilirsiniz.
Yeni Anayasa taslağında Türkiye bir sosyal hukuk devletidir yerine “polis devletidir” tanımı yazın, olsun bitsin!
Nasıl bir ülke bu haline gelir arkadaşlar? Siyasetten spora, kültürel etkinliklerden turizm hizmetlerine kadar her alanda, bu faaliyetlere katılan kişi sayısından fazla polis tarafından korunma ve kollanma zorunluluğuna muhtaç olduk.
Dünyanın geldiği dijital olanakların en çeşitli ve yaygın ortamında denetim için bula bula bu yöntemi mi buldunuz?
Sayın Bakan’a hatırlatmak isterim ki bu yöntemler daha önce de denendi ama kalıcı bir fayda elde edilemedi.
Siz doları baskıladıkça, eldeki kaynakları bunun için hesapsızca harcadıkça sözde alacağınız “tedbirler” yatırımcıları uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Sizin yöntemlerinizi biz 57.nci Hükümetin son günlerinde Kemal Derviş’te görmüştük ve o dönemde kendisi Türkiye ekonomisinin başında bir İcra Memuru görüntüsü vermişti.
Eğer faizlerin yükselmesi politikasını dayatırsanız ülkede hiç kimse yatırım yapmaz, az ya da çok var olan kaynaklarını faize yatırır ve bir kısır döngü içerisinde ömrümüz faiz ödemekle geçer. Bu yanlıştan bir an önce dönülmeli ve üretim kanallarına geçişin yolları mutlaka açılmalıdır.
Ekonomide yaşanılan manzaraya da bir ışık tutmak isterim;
Nisan 2025 enflasyonu ENAG’a göre aylık 4.46, yıllık 73.88, TÜİK’e göre aylık 3.0, yıllık da 37.86 olarak açıklandı. Dikkatinizi çekmiştir mutlaka, bu iki kurumun tespit ettiği rakamlar arasındaki fark yaklaşık yüzde 100’e yakın.
Şimdi sizlerin huzurunda soruyorum; bu iki değerlendirmenin hangisi doğrudur?
Öyle ya, bunların birinden biri halkı yanıltıyor. Buradan dezenformasyonla mücadele kuruluna çağrı yapıyorum. Bu konuda toplumu yanıltan tarafı tespit edin ve gereğini yapın.
TÜİK’in açıkladığı rakamlarla çarşıda, pazarda, markette karşılaştığımız fiyat artışlarını karşılaştırmaya kalkarsak TÜİK’in hesaba kattığı ürün, mal ve hizmetler sepeti bizim bilmediğimiz çeşitlerden oluşuyor demektir.
Bu durumda uygulanan Orta Vadeli Ekonomik Programın bugün iki yılını doldurmasına rağmen başarılı olduğunu söylemek çok da mümkün değildir.
Faiz silahıyla ağırlıklı üretim sağlanmadan sadece vergi gelirlerini çeşitlendirerek ve artırarak, ihracatçıyı dövizle baskı altına alarak enflasyonu düşürmek, kâğıt üzerinde çeşitli oynamalarla gerçekleştirilmiş gibi görünse de bu hayat pahalılığını önlemeye yetmez. Bunu da bir sene önce söylemiştim.
Bu yöntemlerle yalnızca hazinenin yükünü ve açığının artmasına vesile olursunuz.
Eğer ileride ekonomide oluşabilecek resesyon hareketlerine bugünden tedbir alınmazsa, enflasyonla mücadeleden vazgeçip doğrudan büyümeye odaklanılırsa o da istenilen seviyede gerçekleşemeyecektir.
Her zamanki gibi yine önceden uyarılarımızı yapıyorum; hazinenin yükünü çeşitli reformlarla azaltın.
Mesela asrın depreminin ülkemize maliyeti 90 – 100 milyar dolar iken, günü kurtarmak için oluşturulan Kur Korumalı Mevduatın hazineye maliyeti 2021’den bu yana 50 milyar dolar seviyesindedir ve hala sürmektedir. Bu yükleri azaltmak şarttır.
Değerli arkadaşlar,
Bir de şu husus var ki, 28 Şubat 2024 tarihinde yapmış olduğum burada yapmış olduğum basın toplantısında nüfusumuzun “orta yaşlı” statüsünü hiç kimse konuşmazken sizler aracılığıyla ilk olarak ben anlatmıştım.
“Geçmiş hükümetlerin ve tabii ki son 23 yıllık dönemde uygulanan negatif politikalar sonucunda nüfus artış oranımız devamlı olarak düşmüştür.
Artık aileler çocuk sahibi olmadan önce, dünyaya getirecekleri çocuğun istikbalini oluşturamayacakları kaygısını taşıma noktasına gelmişler ve hatta gençler aynı kaygılarla evlenme düşüncesini kafalarından çıkarmaya başlamışlardır.
Sayın Cumhurbaşkanımız bu olumsuz süreci engellemek için her yeni evlenene ekonomik destek, düğün yardımı, çeyiz yardımı gibi cezbedici fırsatları uygulamaya koymasına, evlenen gençlere 3 çocuk telkininde bulunmasına, hatta daha sonra bunu 5 çocuk olarak değiştirmesine rağmen beklenen nüfus artış ivmesi, tam aksine düşmüştür” bunu bu şekilde söyleyerek olayın vahametine vurgu yapmıştım.
Detaylarını merak eden arkadaşlarımız o tarihli basın toplantımızın metnini inceleyebilirler.
Koşullar düzeltilmedikçe sadece kısa hijyen özellikli teşviklerle bu konunun çözülemeyeceğini belirtmiş, o gün 1.7 çalışana 1 emekli düşerken bugün 1.5 çalışana 1 emekli düşmektedir. Yarın bu makas daha da kapanacaktır.
Bu konu çok önemli ve kalıcı çözümler üretilmesi şarttır.
Demokratik Sol Parti olarak bizim önerimiz, emekli sayısını düşürmeye çalışmak yerine, verimli ve kaliteli üretim ile çalışan sayımızı artırmalıyız.
Hemen 3 yıllık bir programla Karma Ekonomi modeline ağırlık verilmeli, ilk etapta Köy Enstitüleri açılmalı, Bülent Ecevit’in, Mithat Paşa’nın Şarköy projelerini geliştirerek gündeme getirdiği Köykent projelerinin güncel versiyonu olan ve bizim 2019 yılında kamuoyuna açıkladığımız Cumhuriyetkent projeleri hayata geçirilmelidir.
Bunun için de evvelemirde mevcut Büyükşehir Yasası değiştirilmeli, eski haline getirilmeli ve köyler köylülere geri verilmelidir.
Şu kadarını belirtmeliyim ki, geçtiğimiz ay yaşanan aşırı don olayı sırasında sezon sebzeleri ve meyveleri büyük zarar görmüş, o bölgelerdeki üreticilerin büyük çoğunluğu ürününün maliyetini dahi karşılayamaz durma düşmüştür.
Bu bir tarımsal krizdir!
Devlet her doğal felaket sonrasında yurttaşların zararlarını telafi etmek üzere vaziyet alabilir, “sosyal devlet” özelliği nedeniyle almalıdır da.
Ancak eğer ürün çeşitliliğimiz ve üretimdeki artış sağlanamazsa buna devlet bütçesi de yetmeyecektir.
Dolayısıyla, borç ödemekle geçen hayat da “hayat” değildir" ifadelerini kullandı.