Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, Dünya Çocuk Hakları Günü’nde Gazze’de yaşamını yitiren çocuklar üzerinden uluslararası topluma güçlü bir çağrıda bulunan Aksakal, “Çocukların yok edilmesine sessiz kalmak bir neslin yok oluşuna göz yummaktır” diyerek sert uyarılarda bulundu. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin İmralı çıkışına dikkat çekerek, TBMM üyelerine yönelik bu yaklaşımın “irade baskısı” anlamına gelebileceğini vurguladı ve DSP olarak böyle bir girişime “tarih önünde hayır” diyeceklerini belirtti. Ekonomiye ilişkin değerlendirmelerinde enflasyon politikalarını eleştiren Aksakal, yanlış para yönetiminin ağır sonuçlar doğurduğunu ifade ederek çalışan ve emeklilere enflasyonun üzerinde zam yapılması çağrısında bulundu.
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında; "Sözlerime başlarken önceki hafta Gürcistan’da kaza kırıma uğrayan C130 Askeri Kargo uçağımızda bulunan ve şehit olan 20 vatan evladımızı ve bakım için gittiği Hırvatistan’dan dönerken düşen yangın söndürme uçağımızın pilotu Hasan Bahar evladımızı bir kez daha saygı, rahmet ve şükranla yad ediyorum. Makamları âli, mekânları cennet olsun.
Gürcistan’da gerçekleşen kazanın oluş nedeni konusunun kısa zamanda tespit edilmesi en önemli beklentimizdir.
20 Kasım 1989 tarihinde, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından çocukları korumak ve yaşam koşullarını iyileştirmek amacıyla Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edilerek 20 Kasım “Dünya Çocuk Hakları Günü” olarak ilan edilmiştir.
Çocuk haklarının korunmasına yönelik yoğun çalışmalara rağmen bugün dünyanın farklı coğrafyalarında kitlesel ve yoğun çocuk hakları ihlalleri yaşanmaya devam etmektedir.
İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinde Filistinli sivil halka yönelik başlattığı uluslararası hukuk ve insani hukuk normlarını ihlal etmesinin yanında aynı zamanda savaş suçu teşkil eden saldırılarından maalesef en fazla çocuklar mağdur olmuştur.
Saldırılarda çok sayıda çocuk yaşamını yitirmiş, bu vahşet karşısında sağ kalabilen diğer çocuklar ise temel insani ihtiyaçlardan mahrum bir şekilde yaşam mücadelesi vermeye devam etmektedir.
Buradan bir kez daha dünya milletlerine seslenmek istiyorum;
Çocuklar biri toplumun geleceğidir. Onların yok edilmesine göz yummak sadece bir can meselesi değil aynı zamanda o milletin neslinin yok edilmesine sessiz kalmak anlamı taşıyacaktır.
Buradan Dünya Çocuk Hakları Gününü kutluyor, tüm insanlığı çocuklarına sahip çıkmaya davet ediyorum.
Değerli basın mensupları,
Dünya siyaseti ve coğrafyamızda yaşanan gelişmeler her geçen gün daha da çetrefil bir hal almaya devam ediyor.
Özellikle Ortadoğu’ya bir şekil verme gayretinde olan küresel emperyalizm gözünü karartmış bir vaziyette Gazze’de, Lübnan’da, Suriye’de ve hatta nihai aşaması olarak hedefine koyduğu Türkiye üzerindeki planlarına hız kesmeden devam etmektedir.
Bu riske ve tehlikeye karşı stratejik olarak Türkiye de bir çalışmayı başlatmış ve zamanlama olarak aynı dönemde, ülkemizdeki ve bölgemizdeki PKK terör örgütü ve tüm diğer unsurlarının örgütsel faaliyetlerini sonlandırmaları, kendilerini feshetmeleri ve silahlarını teslim etmesi amacıyla Terörsüz Türkiye programını ortaya koymuştur.
Hedef ve niyet halistir, buna hiç kimse itiraz edemez ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan Milli Birlik, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonunun Ağustos ayının başından bu yana gerçekleştirdiği toplantılarının 17.ncisine geldiğimiz günde Sayın Devlet Bahçeli tarafından ortaya konulan tavır tartışmaya ve değerlendirmeye açıktır.
Partisinin grup toplantısında Sayın Bahçeli Komisyon üyelerinden oluşan bir kısım Milletvekilinin İmralı’da terör örgütü elebaşını ziyaret ederek birinci ağızdan görüşlerini almalarını önermekle kalmamış, bu kez çıtayı biraz daha yükselterek “Meclis'te kurulan komisyon bu çerçevede karar alamazsa, hiç kimse bu ziyarete yanaşmazsa, herkes üç maymunu oynamanın merakında ısrar ederse açık açık söylüyorum: alırım yanıma üç arkadaşımı; kendi imkânlarımızla İmralı'ya gitmekten, gocunmam, çekinmem, bir masa etrafında yüz yüze gelmekten imtina etmem.” demektedir.
Bu yaklaşım tekrar ediyorum, tartışmaya ve değerlendirmeye açıktır!
Bu konudaki herkesin bildiği görüşlerimizi bir kez daha paylaşmam gerekirse şu kadarını söyleyebilirim;
DSP olarak 1999 yılında Bülent Ecevit Başbakanlığında 66 milletvekiliyle tek başına kurduğumuz 56.ncı Hükümet döneminde PKK elebaşı yakalanarak bağımsız yargıya teslim edilmişti ve bugün cezasını İmralı’da infaz etmektedir.
Terörsüz Türkiye hedefiyle yapılan çalışmalarımızda PKK elebaşının sözüm ona bu konudaki fikirlerinin merak edilmesi bize göre abesle iştigal olacaktır.
Zira o yapacağını yapmış, diyeceklerini de bağımsız yargı önünde söylemiştir. Ayrıca bu sürece dair görüşleri devletin ilgili ve yetkili görevlileri aracılığıyla, DEM Parti İmralı Heyeti marifetiyle ve komisyonda da yer alan DEM Parti milletvekilleri tarafından kamuoyu ile paylaşılmakta ve bilinmektedir.
Burada anlamakta zorlandığımız bir husus da şudur, Sayın Bahçeli’nin dünkü MHP Grup toplantısında şimdiye kadar ortaya koyduğu yöntemlerde çıtayı daha da yükselterek gerekirse üç arkadaşıyla birlikte İmralı’ya kendisinin gideceğini ilan etmesi ve Parti grubundan da onay alması, ileride çok tartışılacak ve toplumsal onayla uyumu konusu çokça konuşulacaktır.
Bu açıklamaya da gecikmeden bir destek DEM Parti Eş Genel Başkanı Sayın Tuncer Bakırhan’dan geldi, bu çağrıya karşı olanların kaybedeceği tehditini ortaya koydu.
Tabii böyle bir karar MHP’yi ve kendi seçmenlerini ilgilendirecektir. İmralı’ya ziyaret için Adalet Bakanlığı izniyle herkes gidebiliyor, kendileri de gidebilirler.
Ancak bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisinin mensuplarına yönelik böyle bir söylem, yöntem ve tehditkâr görüşler ortaya koymak en hafif deyimiyle Milletvekillerinin iradelerini yönlendirme ve baskılama anlamı taşıyacaktır ki, bu yöntemi ne kadar Milletvekili içine sindirecektir önümüzdeki yakın süreçte Cuma günü hep birlikte göreceğiz.
DSP olarak bizim “Terörsüz Türkiye” hedefine dair hiçbir itirazımız ve karşı duruşumuz olamaz, dolayısıyla terörle mücadele konusundaki duruşumuz başından beri nettir.
Örgüt elebaşını yakalamış ve adalete teslim ederek terörü bitirmiş bir parti olarak gerek siyasi misyonumuz gereği gerekse terörden zarar görmüş milletimizin ve başta şehitlerimiz ve gazilerimizin manevi huzurunda gündeme gelebilecek böyle bir karara elbette “tarih önünde HAYIR” diyeceğiz.
Türkiye gibi bölgesinde güçlü bir yapıda olan devletin, terörü bitirmek için bu terörü yaratan örgütün elebaşının ayağına Millet Meclisi mensuplarını göndermesine sessiz kalması belki de halka anlatılması en zor konuların başında gelecek, toplumsal bir infialin de zeminini yaratacaktır.
Hakikaten terörün bitirilmesi noktasında herkes samimi ise Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ortaya konulan çerçevede bir an önce üzerine düşeni yapmalıdır ve sonuca ulaşılmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, bu konuda beklenen gelişmeler PKK ve türevlerince tavsatılır, sürüncemede bırakılırsa da devletimiz tarafından gereği ne ise bir an önce yapılmalıdır ve asla teröre taviz verilmemelidir.
Değerli basın mensupları,
Tüm bu yaşananların yanında elbette hayat da devam ediyor ve bu hafta ağırlıklı olarak ekonomide gerçekleşen verilere yönelik değerlendirmelerimizi sizlerle paylaşmak isterim.
Geçen toplantımızda da bahsettiğim gibi Ekim / 2025 enflasyon rakamı açıklanınca son bir yıllık TÜİK rakamlarına göre yüzde 32.87 olarak gerçekleşti.
Sayın Maliye ve Hazine Bakanımız göreve başlayalı yaklaşık 30 ay geçti ve yapılan tüm çalışmalara rağmen enflasyon arzu edilen noktalara getirilemedi.
Peki neden?
Sayın Mehmet Şimşek göreve başlarken artık Türk ekonomisi rasyonel para politikalarına geçip doğru yolda ilerleyecektir demişti bu sebeple daha önceki para ve faiz politikalarının yanlış olduğunu ve kendinden önceki ekonomi yönetiminin hatalı olduğunu da ilan etmişti.
Peki, rasyonel politikalara ve yüksek faiz uygulamalarına karşı niye başarısız?
O zaman herkes faiz silahını överken biz Demokratik Sol Parti olarak her yerde haykırdık, programlarda, basın toplantılarında herkese anlattık, bu carry trade tehlikelidir, kısa süreli olumlu etkisi olsa da orta vadede hele bir de Kur Korumalı Mevduat uygulamasının faiz ve ödeme dönüşüne bu döneminde faizleri eklenince ve bunları üretimden gelen kaynaklarla karşılayamadığımız için ağırlıklı olarak sabit gelirlerle ve dolaylı vergilerle çözemezsiniz demiştik.
Para arzı artar ve bir müddet sonra kontrolden çıkar dedik ve ne oldu? Keşke biz yanılsaydık ülkemizin hayrına, ama üzülerek söylüyorum, yine dediğimiz çıktı.
Maliye ve Hazine Bakanımız “dezenflasyon sürecine girdik” diyor, Merkez Bankası Başkanı çok inanmasa da buna yakın ifadeler kullanıyor.
Şimdi soruyorum her ikisine de; para arzı ve açıklanmayan yüksek emisyon artış oranı şiddeti varken ve bu kalemler büyüme ve enflasyonun çok üstündeyken siz kimsenin bilmediği bir ekonomik model mi geliştirdiniz de dezenflasyon bekliyorsunuz?
Bu gerçekle bağdaşmıyor, hayal olur!
Yani enflasyonun baş sebebi çalışan ve emeklilere yapılan zam oranları değil, uygulanan yanlış politikalardır. Bu hata da ciddi anlamda ekonomi kurmaylarına güveni azaltmıştır.
Öncelikli önerimiz 2026 yılı için, çalışan ve emeklilere yapılacak zam oranları enflasyonun çok üstünde olmalıdır.
Şimdi bir diğer konu enflasyon ile ağırlıklı gıda, ısınma, yol harcamaları gibi kalemlerde fiyat artışlarının çok daha yüksek olması.
Siz sadece kâğıt üstünde çıkan kuru enflasyon rakamlarına göre hareket ediyorsunuz. Halbuki oradaki paketin içinde talebi az olan gazyağı, mum, kibrit gibi kalemlerin ağırlığını artırarak daha makul oranlara ulaşıyorsunuz.
Siz artık unuttuğunuz yerli tarım üreticimize ve hayvancılıkla uğraşanlara destekleri artırın, ürün verimliliklerimizi artırın o zaman fiyatlar düşebilir.
Dünya’da ağırlıklı yapay zekayla yeni bir yapı oluşuyor. Biz buna hazır mıyız?
Burası çok önemli; dünyada başka gelişmeler de oluyor.
New York, Londra, İskoçya’da yeni bir siyasi dalga başladı. Hem Müslüman hem de sosyal demokrat bir yapı ağırlık kazanıyor. Bu dalga 1971 yılından başlayarak rahmetli Genel Başkanımız Bülent Ecevit’in başlattığı akıma çok benziyor.
Sizler ekonomik ısrar ettiğiniz modeldeki başarısız uygulamalarınızla Sayın Cumhurbaşkanımızı da zor durumda bırakıyorsunuz.
Bizi dinleyin ve artık Karma Ekonomi modeli uygulamasına geçelim.
Cumhuriyetin yokluk yılları 1927 / 1938 arası bu modelin büyüme oranı yüzde 8.7 idi.
İşte Çin, Güney Kore, uzak doğu ülkelerinin yakaladığı büyük büyüme ivmelerinin sebebi özünde budur.
Son olarak bir değerlendirme de daha bulunmak isterim, bu yılın ilk 10 ayında yaklaşık 160 fabrikamız Mısır, Ürdün gibi ülkelere taşındı.
Daha önce ekonomide lokomotif oldan tekstil, ayakkabı ve mobilya sektörleri büyük kan kayıplarına girmiştir. Sadece yüksek faiz ve zenginden almayıp çalışandan alınan vergilerle bu çark dönmez.
Her fırsatta söylediğimiz gibi kalkınmayı yeniden köyden ve köylüden başlatmak zorundayız. Bunun için de zaman geçirmeden mevcut Büyükşehir Yasasını acilen eski haline getirmemiz, köyler gerçek sahiplerine köylülere geri vermek mecburiyetindeyiz.
Ayrıca değerli hocamız Dr. Nurettin Aydın’ın tespitlerinden de alıntı yaparak vaki durumu sizlerle paylaşmak isterim.
Bilindiği gibi Türkiye’de toplam istihdamın yüzde 72’si KOBİ’ler tarafından sağlanıyor. Yani üretim ve istihdam yükü küçük işletmelerin omuzlarında.
Buna karşın ekonomik güç ve pazar hâkimiyeti ise büyük sermaye tarafından ele geçirilmiş durumda.
Bu dengesizlik özellikle emek-yoğun sektörlerde derin sonuçlar doğuruyor.
Bakkal, küçük market ve esnaf işletmelerinin sayısı son yıllarda hızla geriledi.
Zincir marketler ve büyük ölçekli işletmelerin pazar yoğunlaşma oranı %55’lerin üzerine çıktı.
Yerel esnafın kaybolmasıyla birlikte bölgesel gelir, tüketim ve değer üretimi giderek merkezîleşti. Girişimcilerin sektöre giriş imkânı daraldı, rekabet alanı küçüldü.
KOBİ’lerin doğal olarak üstlenmesi gereken istihdam yaratıcı sektörler büyük sermaye tarafından işgal edildikçe gelir dağılımı daha da bozuldu.
Türkiye’de en zengin %20’lik kesim toplam gelirin % 49.8’ini yani neredeyse yarısını alırken, en yoksul %20’nin payının %5.9’a düşmüş olması, bu yapının artık sürdürülemez olduğunu açıkça gösteriyor.
Bu nedenle emek-yoğun sektörlerin KOBİ’lere tahsis edilmesi, sadece ekonomik bir öneri değil, gelir dağılımı, bölgesel kalkınma, istihdam ve sosyal adalet açısından stratejik bir zorunluluktur.
Bu yaklaşım KOBİ’lerin istihdam kapasitesini güçlendirir, yerel ekonomilerin çöküşünü durdurur, gelirin tabana yayılmasını sağlar, rekabeti yeniden işler hâle getirir, piyasanın sağlıklı sınırlarını oluşturur.
Gelin uyarılarımıza kulak verin, zararın neresinden dönülürse kârdır." dedi.