Genel Başkanımız Sayın Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın suikast sonucu hayatını kaybedişinin 26. yıl dönümünde kendisini saygı, minnet ve rahmetle andı, Diyarbakır’daki terör yanlısı provokasyonlara tepki göstererek “Diyarbakır Kalesi’ne sadece ay-yıldızlı Albayrak asılabilir.” dedi, TBMM’de görüşülecek olan Lübnan’daki TSK görev süresinin uzatılması ve sınır ötesi harekât tezkereleri konusunda DSP’nin “kabul” oyu vereceğini açıklayan Aksakal, KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini değerlendirerek seçim sonuçlarının Kıbrıs Türk halkı ve Türk devletleri için hayırlı olmasını temenni etti ve trafik cezalarına yönelik muhalefet eleştirilerini dile getirerek vatandaşları kurallara uymaya çağırdı.
Genel Başkanımız Önder Aksakal, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında; "Bugün bir Cumhuriyet sevdalısının, bir bilim adamının, tüm yaşamını lâik, demokratik, sosyal hukuk devleti niteliğindeki anayasal düzenimizi ve Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere hedef olarak gösterdiği tam bağımsız Türkiye idealini hayata geçirmek üzere yaptığı çalışmalarla geçirmiş gerçek bir yurtseverin, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın 1999 yılında bombalı suikast sonrasında aramızdan ayrılışının 26.ncı yıl dönümündeyiz.
Ahmet Taner Kışlalı’nın, küresel emperyalizmin ülkemiz ve bölgemiz üzerindeki plan ve stratejileri üzerine ortaya koyduğu görüşlerinin tamamı bugün ayniyle vaki gerçekleşmiş, onun katledildiği günden bu yana da Ortadoğu’da kan ve gözyaşı hiç dinmemiş, dahası artarak devam etmiştir.
Demokratik Sol Parti’nin kuruluş çalışmaları sırasında DSP Programının hazırlanmasında bizzat yer alan , görüş, düşünce ve önerileriyle büyük katkılar sağlayan Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’yı bir kez daha saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. Mekânı cennet makamı âli olsun.
Bugün geldiğimiz noktada geçmişte suikastlerle öldürülen gazeteci, yazar, bilim insanı tüm değerlerimizin gerçekte bu ülkenin ve Türk milletinin bekası uğruna can verdiğini unutmamamız gerektiği gibi, onların ortaya koyduğu görüş ve düşünceler kapsamında politikalarımızı yeniden kurgulamamızın gerekliliği ve önemi ortaya çıkmaktadır.
Değerli basın mensupları,
Dünya’da ve özellikle de bölgemizde yaşanan sıcak gelişmelerin, yerini daha sakin, daha serin bir ortama bırakma eğilimi olmadığını üzülerek izliyoruz.
Ortadoğu’da Suriye ve Gazze’de yakın zaman da yaşanan gelişmelerin nihai olarak bir barış ve sükûnet ortamına yönelik girişimler olmaktan öte, saldırgan, katliamcı ve soykırımcı İsrail’e bir nefes aldırma, saldırı araçlarını çeşitlendirip toparlanması için yaratılan bir zaman kazandırma süreci olduğu açıkça görülmektedir.
İsrail her zaman olduğu gibi yine bir fırsatçılıkla, imzalamış olduğu ateşkes anlaşmasına uymamış, sudan bahanelerle kan dökmeye, can almaya, ayaktaymış gibi görünen virane binaları dahi yakıp yıkmaya devam etmektedir.
Gözleri o kadar dönmüş ki, o topraklar üzerinde yaşayan sadece insanları, hayvanları değil, bölgedeki zeytin ağaçlarını bile yakacak, tahrip edecek kadar insanlıktan çıkmışlardır. Bunlar tabiatın tümüne düşmandırlar!
Dünya böyle bir vahşeti daha fazla kaldıramaz!
Çözüm Türkiye’nin iradesindedir.
Bunu yüzlerce defadır tekrar ediyoruz ve söylüyoruz. Sadece İsrail değil aynı zamanda Suriye’deki kaosun da çözümü konusundaki konuşulacak yegâne muhatap Amerika Birleşik Devletleridir.
Bugünden tezi yok ortada yaşanan bu manzaranın derhal düzeltilmesi konusunda ABD ile acil ve özel bir gündemle görüşmeler başlatılmalı, aksi halde Türkiye sorunu kendisi çözmelidir.
17 – 19 Ekim tarihlerinde İstanbul’da toplanan “Sıfır Atık Forumu” ana teması ortaya konulurken bunun bir küresel vicdan olduğu, bu vicdan haritasını ne kadar büyütülürse, kimsenin geride kalmadığı bir dünyanın o ölçüde tesis edebileceği vurgulandı.
Doğrudur; güney kara sınırlarımız boyunca neredeyse yarım asırdır terörle ve teröristlerle oluşan bu çevre kirliliğinden kurtulmanın, bu açıdan da bir sıfır atık projesini hayata geçirmenin zamanı çoktan gelmiştir.
Bakınız; bir yılı aşkın süredir Türkiye olarak terörsüz bir bölge yaratmak amacıyla başlatılan çalışmalar kapsamında büyük fedakârlıkları hayata geçiriyor, terör örgütü ve yandaşlarının büyük bir şımarıklıkla ortaya koyduğu birçok pervazsızlıklarını bağrımıza taş basarak sineye çekiyoruz.
Önceki gün Diyarbakır’da yapılmaya çalışılan provokasyonu hep birlikte izledik.
İmralı’da cezasını yatan terörist elebaşı bebek katili için özgürlük talebiyle “Yürüyüş” adı altında gerçekleştirilen, ama asıl amacı Diyarbakır Kalesine terörist başının posterini asmak olan provokatif eylemde, toplumun güvenliğini sağlamakla görevli devletin polisini “düşman” diye tanımlayan bir anlayış, olsa olsa iyi niyetle yürütülen sürece yönelik kasıtlı bir sabotaj girişiminden başka türlü değerlendirilemez.
Şunu bir kez daha hatırlatmak isterim ki tarihten bu yana bir Türk yurdu olan Diyarbakır Kalesine sadece ay yıldızlı Albayrak asılabilir.
Ama görüyoruz ki terör örgütü PKK ve türevleri, yaşam güvenceleri olan Amerika’nın ve İsrail’in yörüngesinde tarihin gerçeklerinden uzak, siyasi ahlaktan bîhaber, bıraktığımız yerde aynen yaşamaya devam ediyorlar.
Terör örgütü YPG-PYD’nin elebaşı Mazlum Abdi, Suriye ile yaptıkları anlaşma kapsamında Suriye Milli Savunma Bakanlığı ve Suriye Silahlı Kuvvetlerinde üst düzey görev ve sorumluluklar üstlenmeyi hayal ediyor.
Öyle ki, neredeyse kendisini Suriye Genel Kurmay Başkanı olarak ilân etmediği kaldı.
Türkiye bu süreci daha fazla tolare edemez!
Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu kriterler gayet açık ve nettir.
SDG’nin ve sözde kendisini feshettiğini ilân eden PKK’nın tüm militanları devlete sığınmalı ve envanterlerindeki her türlü silahı tümüyle derhal teslim etmelidir.
Eğer bu gerçekleşmeyecekse -ki öyle görünüyor- Türkiye Cumhuriyeti gerekeni zaman geçirmeden yapmalı, o teröristleri ve silahları bizzat teslim almalıdır.
Aksi halde geçen her dakika Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğuracaktır.
Değerli basın mensupları,
Sizlerin de bildiği gibi bugün Meclis Genel Kurulunda oylanmak üzere iki adet Cumhurbaşkanlığı tezkeresi görüşülecek.
Bunlardan birincisi kısa adı UNUFIL olan İsrail'in Lübnan'dan çekilmesini teyit etmek, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve Lübnan Hükümeti'nin bölgedeki etkili otoritesini yeniden tesis etmesine yardımcı olmak amacıyla Mart 1978'de Güvenlik Konseyi tarafından kurulan yapı içerisindeki Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının görev süresinin 2 yıl daha uzatılması, diğeri de Türkiye’nin Millî Güvenliğine Yönelik Ayrılıkçı Hareketler, Terör Tehdidi ve Her Türlü Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Irak ve Suriye’deki Tüm Terör Örgütlerinden Ülkemize Bundan Sonra da Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gerektiği Takdirde Sınır Ötesi Harekât ve Müdahalede Bulunmak Üzere Yabancı Ülkelere Gönderilmesi amacıyla daha önce verilen iznin 3 yıl daha uzatılmasını içermektedir.
Demokratik Sol Parti olarak bu konudaki görüş ve düşüncelerimizi biraz önce de teyid ettiğimiz gibi bundan önce de aynı duruşumuz ortaya koymuştuk. Dolayısıyla bu iki tezkere için de KABUL oyu kullanacağımızı şimdiden belirtmek isterim. Bu tezkere oylaması aynı zamanda Meclisteki partilerin teröre ve ulusal bütünlüğümüze karşı gerçek duruşlarını göstermek açısından bir turnusol kâğıdı niteliğinde olacaktır.
Değerli Basın mensupları,
Geçtiğimiz Pazar günü Kuzey Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı.
7 Adayın yarıştığı seçimleri yüzde 62,76 gibi bir oy desteğiyle Sayın Tufan Erhürman kazandı. Öncelikle Sayın Erhürman’ı bu başarısından dolayı kutluyor, bugüne kadar görev yapan Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’a Kıbrıs Türk halkına ve devletine yönelik verdiği tüm hizmetleri nedeniyle şükranlarımızı sunuyoruz.
Seçim sonuçlarının başta Kıbrıslı soydaşlarımıza ve Kıbrıs Türk devletine hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Tabii Kıbrıs denilince aklımıza ilk olarak 20 Temmuz1974 Barış Harekâtı ve o harekâtın kararını alan 37.nci Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Başbakan Bülent Ecevit, Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan gelir.
Daha sonra;
Bu uyarının ciddiyetine vakıf olamayan Rumlar katliamlarına devam edince 14 Ağustos 1974’te yapılan ikinci harekât için dönemin Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in “Ayşe tatile çıksın” mesajı gelir.
Türk milleti olarak biz istiyor ve diliyoruz ki Kıbrıs adası artık bir barış adası olmalıdır.
11 Şubat 1959 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, İngiltere ve Türkiye arasında Zürih’te imzalanan ve aynı gün yürürlüğe giren Kıbrıs Cumhuriyetinin bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve güvenliğinin tanınması ve devamının kendi ortak yararları gereği sağlanması amacıyla bir “Garantörlük Antlaşması” imzalanmış ve bu antlaşma halen yürürlüktedir.
2010 yılında Birleşmiş Milletler öncülüğünde “Annan Planı” olarak hayata geçirilmeye çalışılan politikaların gerçekleşen referandumda Rum tarafınca reddedilmesiyle artık ortak yaşam konusunda bir umut kalmamış, o gün bu stratejiye olumlu yaklaşım sergileyen Türkiye bugün iki devletli çözüm dışında bir seçeneği konuşmanın zaman kaybından başka bir anlam taşımayacağını da görmüştür.
Yeni dönemde bu çerçevede yürütülecek politika ve diyalogların ete kemiğe bürünmesi yönünde mesai harcamak en akılcı olanıdır.
Sayın Tufan Erhürman’ın bu doğrultuda yerelde başta kendisinden önceki Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar olmak üzere önceki Cumhurbaşkanları ve Türkiye Cumhuriyeti devleti ile yakın işbirliği içerisinde bu sorunun çözülmesine yönelik gayret sarf edeceğine güveniyorum.
Yeni bir federasyon projesi ya da bunun başka bir versiyonunu yaratmaya çalışmak tek kelimeyle aldatmaca olur, zaman kaybı olur.
Zaten 2010’da yapılan referandum döneminde Sayın Mehmet Ali Talat öncülüğünde yürütülen “yes be annem!” temalı teslimiyet süreci sonrasında Rum kesiminin bir oldu-bitti ile AB üyeliğine kabul edilmesiyle, esasen kendilerinin de aynı koşullarda olacağı kandırmacasının esiri olan bir kısım Kıbrıslı Türk kardeşimiz de yakın zamanda hayatın gerçekleriyle karşılaşacaktır.
Bu vesileyle KKTC’nin 6. Cumhurbaşkanı Sayın Tufan Erhürman’ı bir kez daha tebrik ediyor, Kıbrıs Türk halkının güvenliği, huzur ve mutluluğu ve kadim Türk devletlerinin bekası doğrultusunda yapacağı çalışmalarında üstün başarılar temenni ediyor, seçim sonuçlarının Kıbrıslı soydaşlarımıza ve doğu Akdeniz’de Mavi Vatan’daki Türk varlığına hayırlı olmasını diliyorum.
Bu arada tabii ki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlarını kendilerince farklı mecralara çekerek yorum yapan bazı siyasi yapılar da dikkatimizden kaçmıyor.
Rum kesimindeki siyasetçi ve medya organlarının heyecanını ve mutluluğunu bir ölçüde anlamak mümkün olsa da, düne kadar federasyon tezinin savunucusu olan Cumhuriyetçi Türk Partisini “kardeş parti” olarak ilân eden CHP’nin bugünkü Genel Başkanı Sayın Özgür Özel ile Kıbrıs’ta bağımsız bir devlet kurulmasının yolunu açan o günkü Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı Bülent Ecevit arasındaki öngörü farkını halkımızın da yüksek takdirlerine sunuyorum.
Değerli Basın mensupları,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 4. Yasama yılında gündeme gelen ilk yasal düzenleme 2918 Sayılı Karayolları Kanununda yapılacak değişiklikler ve trafik kurallarına uymayan sürücülere uygulanacak cezai şartlar konusunu içermektedir.
Ancak bazı muhalefet partilerinin sözcülerinin konuyu bilinçli olarak egzajere etmesi, sulandırması ve topluma karşı bağlamından koparacak nitelemelerle örneklemelerini hayretler içinde izlediğimizi ifade etmek isterim.
Trafik kurallarını ihlal edenlere verilecek cezaların caydırıcı ve engelleyici niteliğini görmezden gelerek, bu suçları işleyenlerin ekonomik durumlarına devlet tarafından yapılmış bir saldırı girişimi olarak değerlendirilmesi doğrudan doğruya bir akıl tutulmasıdır ve siyasi muhalefette patinaj yapılmasından başka bir anlam ifade etmemektedir.
Arkadaşlar, getirilen bu cezalar karayollarında kurallara uygun davranan sürücülere değil suç işleyenlere uygulanacaktır farkında mısınız?
Dolayısıyla, zengin ya da fakir olsun hiç kimsenin trafikte yaşanan ve her gün televizyonlarda haber bültenlerinde içimiz burkularak izlediğimiz yaralama ya da ölümle sonuçlanan kaza, yol ortasında sopalı-silahlı saldırı, taciz, kavga ve gerek düğün, gerekse asker uğurlama gerekçesi adı altında yolları kapatıp trafiği keyfi şekilde kilitleme gibi olayların bir aktörü ya da parçası olmaması gerekir.
Hepimizin bunu savunması gerekirken, artırılan cezai miktarları devletin insanların cebine el uzatması olarak nitelersek bu doğru bir yaklaşım olmaz, akılcı bir muhalefet yöntemi de olmaz.
Burada söylenecek bir tek söz vardır ki, o da “herkes trafik kurallarına harfiyen uysun!” olmalıdır.
Trafik suçu işlemeyene verilen bir ceza mı vardır ki devlet vatandaşın cebine el atmış olsun.
Siyaseti ve muhalefeti bu denli bayağılaştırmak demokrasiye ve devlet işleyişine yapılacak en büyük kötülüktür.
Herkesi aklı selim davranmaya, halkın sağlığı ve güvenliği için yapılan çalışmalara katkı vermeye davet ediyorum.
Evet, hükümetin yanlış kararlarına muhalefet edilebilir, bu demokrasinin de gereğidir ama artık şu “bu hükümet dünyanın en doğru işini bile yapsa alkışlayacak halimiz yok.” anlayışından kurtulmak gerekir.
Demokratik Sol Parti olarak kurulduğumuz günden beri bu anlayışla siyaset yaptık, iktidarda olduğumuz dönemlerde de, muhalefette olduğumuz dönemlerde de bu üslubumuzdan asla şaşmadık. Bundan sonra da aynı anlayışla milletimize hizmet etmeye, siyaset kurumuna ve demokrasiye katkı sunmaya devam edeceğiz" dedi.