DSP Genel Başkanı Aksakal’dan, BBP Genel Başkanı Destici’ye ziyaret.
DSP Genel Başkanı Önder Aksakal, “Ekonomi, Hukuk, Demokrasi ve İnsan Hakları Reformu” konusunda hazırlanan DSP Önerileri çalışmasını paylaşmak üzere Büyük Birlik Partisi’ni ziyaret etti. DSP Genel Başkanı Önder Aksakal’a, Parlamento ve Hükümetle İlişkilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hasan Erçelebi ve Genel Sekreter Yardımcısı Ejder Onursal eşlik etti. Büyük Birlik Partisi’nden; Teşkilat Başkanı Tevfik Eren, Türk Dünyasından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali Keser ve Basından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bayram Karacan görüşmeye katıldı.
DSP Genel Başkanı Aksakal, BBP Genel Başkanı Destici’ye “Ekonomi, Hukuk, Demokrasi ve İnsan Hakları Reformu’na ilişkin önerilerinin yer aldığı çalışmayı sundu. Görüşmede DSP Genel Başkanı Önder Aksakal bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
Aksakal açıklamasında; “Sayın Cumhurbaşkanı tarafından gündeme getirilen ve iktidar iradesinin dahi bir reforma ihtiyaç duyacağı kadar çarpıklığı gün yüzüne çıkan Ekonomi ve Hukuktaki aksaklıkların topyekûn ele alınması belki de ülkenin en önemli konusu olarak kabul edilmelidir.
Zira ekonomide ve toplumsal yaşamda çokça üretim, hakça paylaşım formülü hayata geçirilemezse, devletin ve milli birliğimizin temelini oluşturan adalet olgusu gerçek anlamda çalıştırılamazsa gün gelir bu çarpıklıklardan yararlananlar oluşacak yıkımın altında kalmaktan kurtulamazlar.
Bugün Büyük Birlik Partisi’ni ziyaret ederek DSP olarak hazırladığımız reform ÖNERİLERİ’ni Genel Başkan Sayın Destici’ye de sunarak görüşlerimizi paylaşacağız.
Türkiye uzunca bir süredir hukuk devleti ilkelerinden uzaklaşarak, toplumun adalete olan güven duygularının örselenmesine sebep olanları sessizce seyreden bir yönetim anlayışına sahip olmaya başladı.
Zira, herkes “kendine göre” bir hukuk, kendine göre bir devlet kurgusunun hayata geçirilmesi hayaliyle yaşıyor.
Oysa hukukun ve adaletin evrensel değerler çerçevesinde irdelenip uygulanmasıyla toplumsal barış, uluslararası saygınlık temin edilebilir.
Anayasasında “TC demokratik, lâik, sosyal hukuk devletidir.” yazılan bir ülkede adaleti tesis edecek Hakimler, kendisinin üstünde yer alan hukuk kurumlarının kararlarını yok sayabilecek cürete ulaşmışsa bunun için en kısa tabirle; “tuz kokmuş!” denilebilir.
O halde öncelikle, kendisine “Hâkim” diyebileceğimiz bir kişinin sıradan bir sınavla, göstermelik mülâkat sonucunda bir yıl stajla hayat karartabilme gücüne eriştirilmesine son verilmelidir.
Mevzuata Hâkim Yardımcılığı müessesesi ihdas edilmeli, Hakim Yardımcısı olabileceklerin de en az 5 yıl “başarılı bir Avukatlık dönemi” geçirmiş olması aranmalıdır. Bu görevde en az 5 yıl başarı gösterenler arasından Hâkimlik mesleğine kabuller gerçekleştirilmelidir.
HSK ikiye ayrılmalı, Hâkimler Kurulu ve Savcılar Kurulu olarak çalışmalıdır. Bu görevlere gelecek olanlar da kendi meslek gruplarının seçimleriyle belirlenmelidir.
Yargıtay Üyeliğine seçimlerde yaş sınırı getirilmeli, meslekte ön çalışma dönemleri hariç en az 10 yıl “başarı kriterlerini sağlayanlar” arasından seçim yapılmalıdır.
“Hâkim Teminatı” denilen kavramın içi doldurulamadığındandır ki bugün gerek iktidar, gerekse muhalefet kanadında yer alanlar, işlerine gelmeyen kararlar hakkında demokratik teamüllere aykırı açıklama yapmaktan çekinmemektedirler.
Özlük hakları güçlendirilmiş, ödenekleri, onların sosyal yaşamlarında en küçük bir ihtiyaç duymayacak güvence düzeyine kavuşturulmuş bir ülkede Hakimler, merkezi irade veya dava tarafları ile dirsek teması ihtiyacında olmazlar. İşte o zaman ancak adalet yerini bulur!
Değerli basın mensupları,
Yine yeri geldikçe ve ihtiyaç duyuldukça gerek toplumsal tepkileri kontrol etmek adına, gerekse içeride ve dışarıda yaşanan güncel çarpıcı konuları perdelemek amacıyla sık sık gündeme getirilen İdam Yasası konusu bir daha konuşulmamak üzere sonlandırılmalıdır.
Zira bu konu mevcut Anayasamızda ve altına imza attığımız uluslararası anlaşmalarla tartışma konusu olmaktan çıkarılmıştır. Dolayısıyla halkın milli duygularını, inanç değerlerini istismar etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Yüzümüzü çağdaş medeniyetlere, yani batıya dönmek zorundayız. Bu devletin kurucusu büyük önder ATATÜRK bizlere çağdaş medeniyetlere erişme görevi verdi.
“Yüzünü batıya dönmek” demek “teslimiyetçilik” değildir. Biz gerektiğinde milli konularda batı ile çatışabilmiş bir milletiz. Kurtuluş Savaşını gerçekleştirmiş bir milletin teslimiyet noktasında olması mümkün değildir. Yeter ki emperyalist sistemin kontrolünde ve ipoteğinde olunmasın.
ABD’nin ve AB’nin sözde “yaptırım” kararlarıyla dört koldan sarmalamaya çalıştığı Türkiye dün olduğu gibi bugünde gerçek milliyetçi duruşunu göstermek zorundadır. Bunu Demokratik Sol düşüncenin kuramcısı Bülent ECEVİT 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında, Haşhaş Yasağının kaldırılmasında, Irak’ın işgaline karşı kararlılığında göstermişti.
Şimdi aynı kararlılığı bugünkü iktidardan beklemek bizim en doğal hakkımızdır.
Nasıl ki; milliyetçiliği sokak duvarlarına değil, Ege’nin deniz yataklarına, Orta Anadolu’nun haşhaş tarlalarına, Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarına yazdıysak, bugün aynı iradeyi ortaya koyarak ülkemizdeki Amerikan Üslerinin kapılarına asacağımız kilitlerle yazabiliriz.” Sözlerine yer verdi.