Demokratik Sol Parti 37’nci Yaşını Kutladı.
Demokratik Sol Parti 37’nci yaşını coşkuyla kutladı. Kutlama törenine birçok partili, diğer partilerden temsilciler, sivil toplum kuruluşu ve sendika temsilcileri de katıldı. Kutlama töreni öncesi DSP Genel Başkanı Önder Aksakal ve parti heyeti Anıtkabir’i ziyaret ederek mozoleye çelenk bıraktı. Anıtkabir özel defterini imzalayan DSP Genel Başkanı Aksakal, deftere şunları yazdı;
“Aziz Atatürk!
Demokratik Sol Partimizin 37.nci kuruluş yıldönümünde bir kez daha huzurundayız.
Lâik, demokratik Cumhuriyet ilkeleriyle kurduğun 16.ncı Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, vatanı ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak sonsuza kadar yaşatılması için verdiğin görev, başta Demokratik Solcular olarak sarsılmaz irademizin teminatı altındadır.
Her türlü kirli plan, strateji ve oyunlarla Türk milletinin iradesine zincir vurmak isteyenler, içeride ve dışarıda dün olduğu gibi bugünde işbaşındadır.
Gururla belirtmek isterim ki; kadim Türk devletinin dirayetli unsurları ve Demokratik Solcular, her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bu aziz vatanı ilelebet payidar kılacak inanç ve kararlılıktadır.
37.nci kuruluş yılımız vesilesiyle bir kez daha sana ve bu toprakları vatan yapan kahramanlarımıza sonsuz minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.
Ruhun şâd olsun, rahat uyu Atam!”
Anıtkabir ziyareti sonrası yıldönümü kutlaması yapılacak salona gelen DSP Genel Başkanı Aksakal, bir konuşma yaptı.
Aksakal konuşmasında;
“Demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerimizin sendikalarımızın ve sivil toplum kuruluşlarımızın sayın temsilcileri, basın ve yayın kuruluşlarımızın değerli emekçileri, Demokratik Sol düşüncenin kuramcısı, onursal Genel Başkanımız, Başbakanımız, büyük devlet adamı Bülent Ecevit ile birlikte “Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen” diyerek yola çıkıp, çalışanların hak mücadelesinden doğan Demokratik Sol Parti’nin yılmaz savunucuları, değerli yol arkadaşlarım hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Konuşmama başlarken, 6 gün önce İstanbul’da İstiklâl caddesinde istiklâlimize ve iktikbâlimize yönelik yaşadığımız bombalı saldırıda yaşamını yitiren yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet yaralananlara acil şifalar diliyorum.
Terörle mücadelede neredeyse 40 yılı geride bırakacağız, bu gün olmuş terör örgütünün adını ısrarla zikretmekten imtina edenlere karşın Demokratik Sol Parti olarak her zamanki açıklığımızla diyoruz ki;
Terörün adı PKK, soyadı ABD’dir!
Artık sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutma zamanıdır.
Bu vesileyle de terörle mücadelede, vatan savunmasında canını feda etmiş tüm şehitlerimizi bir kez daha rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum. Mekânları cennet olsun.
Demokratik Sol Partinin kuruluş günü olan 14 Kasım’ın tesadüfen seçilmiş bir tarih olmadığını, 1983 yılında KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak ilân edildiği 15 Kasım’dan bir gün öncesinin seçildiğini de sizlerle paylaşmak isterim.
Tabii bu konuda da yeri gelmişken, Kıbrıslı Türklerin uzun yıllar süren bağımsızlık mücadelesinin öncüsü Dr. Fazıl Küçük, kurucu Cumhurbaşkanı “Toros” Rauf Denktaş, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtına karar veren 36.ncı Cumhuriyet Hükümetinin Başbakanı Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ile bu uğurda canını feda etmiş olan asker, mücahit tüm şehitlerimizi, yaşayan gazilerimizi bir kez daha saygı, minnet ve şükranla anıyorum.
15 Kasım günü, KKTC’nin 39.ncu Cumhuriyet Bayramını Kıbrıslı soydaşlarımızla birlikte kutlama olanağı bulduk, o duyguları birlikte yaşadık, biliyor ve inanıyorum ki Türkiye Cumhuriyeti var oldukça Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de sonsuza kadar var olacaktır.
Kıbrıs denilince Demokratik Solcular için akan sular durur. Bu konudaki görüş ve önerilerimi konuşmamın ilerleyen sürecinde sizlerle paylaşacağım.
Değerli misafirlerimiz, değerli arkadaşlarım,
- yaş günümüzü kutladığımız bu günler, dünyada ve Türkiye’de önemli olayların yaşandığı bir dönem olarak siyasi tarihe geçecektir.
Bütün dünyayı etkileyen Covid-19 pandemisi sürecinden sonra Ukrayna – Rusya savaşı da dünyada kolay kolay çözülemeyecek bir enerji ve gıda krizine de yol açmıştır.
Aynı gerekçelerle ülkemizin ekonomisinde yaşanan krizin etkileri, gerek sosyal hayatı, gerek çalışma hayatını alabildiğine içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir.
Bütün bu olumsuzlukların beraberinde görev alanlarında başarısız Bakanların da iş başına getirilmesi işin tuzu biberi olmuş, insanlarımızın geleceğe dair umutları tükenmiştir.
Bildiğiniz üzere 2019 yılında gerçekleştirmiş olduğumuz 11. Olağan Kurultayımızın sonuç bildirgesinde Demokratik Sol Partimizi, “Milliyetçi, Vatansever, emekten yana Sol bir parti” olarak tanımlamıştık.
Bu tanımlamamıza, bazı çevreler, milliyetçilik ile solculuk nasıl bir araya gelecek diye eleştirmişlerdi.
Oysa Faşizme evrilmeyen milliyetçilik ile komünizme kaymayan solculuk beraber olunca bir ülke için en ideal yol bulunmuş olurdu.
İşte Ecevit, bu anlayış çerçevesinde Türkiye’de yerli sol tanımlamayı ortaya koyarak inançlara saygılı lâiklik ilkesiyle birlikte demokratik sol bir parti yapılanmasını gerçekleştirmiş liderdir.
Esasen bu anlayışı dünyada da ilk defa hayata geçiren ve bir ülkenin, devlet işleyişini hedef almadan, insanların hem inançlarını özgürce yaşayıp hem de ekonomiye güçlü katkısıyla en hızlı nasıl kalkındığını gösteren lider de, devletimizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.
Son dönemde, Türkiye’de Atatürkçülük alanındaki boşluğu gören bir takım siyasetçiler, Atatürk ilkelerinden sadece kendi işine gelenlere sahip çıkıyor görüntüsüyle, kendilerinin “en iyi Atatürkçü” olduğunu söyleyerek, Atatürkçülerin oylarını alma gayreti içine girmiş görünüyorlar.
Oysa Atatürkçülük ve Atatürk ilkeleri bir bütündür.
Sadece Milliyetçiliği alıp Laikliği yok saymak, Devletçiliği, Halkçılığı, Devrimciliği, Cumhuriyetçiliği, görmezden gelmek hem doğru değildir, hem de inandırıcı olmaktan uzak bir yaklaşımdır.
Kısacası, çeyrek Atatürkçü – yarım Atatürkçü olunmaz.
Doğrusu; halkı mutlu, ülkesi kalkınmış, bütçesi denk, istihdamı tam, içeride huzurlu, dışarıda onurlu tam bağımsız Türkiye idealine yürekten inanmak ve bunun için çaba sarf etmektir Atatürkçülük.
Değerli yol arkadaşlarım, benim sözlerim elbette ki özel olarak herhangi bir kişiye veya bir kuruma yönelik değildir ama çarpıcı bir tespittir.
Çünkü günümüz siyasetinde sadece Atatürkçülük değil, toplumun manevi değerleri bile istismar konusu edilebiliyor. Yani oportünizm alabildiğince etkin siyaset yöntemi olma özelliğini sürdürüyor.
Bildiğiniz gibi, küçük düşünen beyinler kişilerle, ortalama düşünenler olaylarla, büyük düşünenler sistemlerle uğraşır.
Demokratik Sol, bir felsefenin, düşüncenin, bir yaşam tarzının, bir yönetim biçiminin adıdır.
Demokratik Sol bir çağdaş düşünce akımı olmakla birlikte özünde toplumun ihtiyaçlarına göre geliştirilen bir düşünce sistemidir.
Bu nedenle Ecevit; “Laiklik, Cumhuriyetin aşil topuğudur, oradan vurulursa ölür.” demiştir.
Demokratik Sol Parti, inançlara saygılı laiklik kavramını, siyasi literatüre ve toplumun yaşamına kazandırmış bir partidir.
İktidarımız döneminde bütün inanç grupları, devlete ve cumhuriyete zarar vermemek şartı ile serbestçe diledikleri gibi yaşayabilmişlerdir.
Oysa şurada, yakınımızda birçok bölge ülkesinin halkları yüzyıllardır insanca bir yaşama kavuşabilmenin mücadelesini vermektedirler.
2002 yılında Irak’ta yaşanan Amerikan işgali, sözde demokrasi getirileceği vaadiyle gerçekleştirilmiş, bu kumpasa karşı duran dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ve partisi DSP siyaset sahnesinden uzaklaştırılmıştı.
Daha da kötüsü, Bülent Ecevit’e neredeyse hayatıyla bu bedeli ödetmeye kalkışmışlardı. Hatta Irak’ta Saddam Hüseyin bu bedeli canıyla ödemekten kurtulamamıştı.
Keza bugün Suriye’de yaşanan trajedi bunun bir başka örneğini teşkil etmektedir.
En yeni örneğini de bugün komşumuz İran’da yaşıyoruz.
1979’da şeriatçı mollaların iş başına getirildiği İran’da bugün insanlar bir özgür yaşam mücadelesini yine canları pahasına yükseltiyorlar.
Özellikle kadınlar, 43 yıldır içine düşürüldükleri “üçüncü sınıf insan” muamelesinden dolayı patlama noktasına gelmiş, bir kadının başı açık diye değil, başındaki örtüyü uygun bağlamadığı gerekçesiyle gözaltında yaşamını yitirmesi sonrası toplumsal olaylar neredeyse kontrolden çıkmıştır.
Ne gariptir ki, bugün Türkiye bir taraftan küresel emperyalist sistemin kendisi için biçtiği esaret elbisesini yırtmakla mücadele ederken, diğer taraftan kadınlarımızın giyim kuşamlarıyla alakalı bir dizi anlamsız girişimin girdabında debeleniyor.
Hani, bu çabalama için lâikliği ve demokratik Cumhuriyet rejimini 99 yıldır içselleştiremeyenler yönünden makul karşılayabiliriz ama bu rejimin kurucu iradesinin mensuplarının aynı yanlış kulvarda bir yarış içerisine girmesini kabul etmemiz mümkün değildir.
Bizim temel ilkemiz ve öncelikli irademiz, Anayasamızın ilk üç maddesinde sayılan özelliklerine sıkı sıkıya bağlılıktır.
Bundan geri duruş hiçbir sebeple mümkün olamayacaktır.
Öyle inanıyorum ki; ABD öncülüğünde yürütülen küresel emperyalist stratejiler kapsamında bugün Türkiye’yi kendi çizgilerine getirmekte zorlananlar, önümüzdeki süreçte önceliği İran ve Türkiye rejimlerinin yer değiştirilmesine verecekler, en azından bunu denemek isteyeceklerdir.
Tabii bilmeleri gereken bir husus vardır ki, asil Türk milletinin bileğini yedi düvel bir araya gelmiş ama bükememiştir!
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına doğru giderken, henüz zaman varken, henüz yol yakınken kendini gerçekten Atatürkçü, gerçekten tam bağımsız Türkiye idealine sahip olarak tanımlayan kesimlerin, ucuz siyasi ikbal hesaplarını bir kenara bırakıp bu azgın saldırı karşısında tek vücut, tek yumruk olunduğunu gösterme mecburiyetleri vardır.
Demokratik Sol Parti olarak biz buna hazırız.
Değerli arkadaşlarım, kıymetli konuklarımız,
Önümüzdeki süreç, Cumhuriyetin yüzüncü yılında bir dünya devleti olarak Türkiye Cumhuriyetini yüceltme fırsatı olarak düşünülmelidir.
Kısır siyasi çekişmelerin, toplum kesimlerini dışlayan, ötekileştiren, her doğrunun kendi anlayışında vücut bulduğunu iddia eden jakoben yaklaşımların son verildiği bir süreci hayata geçirmek görevimiz olmalıdır.
Buradan özellikle ayrılıkçı siyaset izleyen ve bölücü terör örgütlerinin kanlı stratejilerine direnemeyen siyasi yapıların tahakkümü altına sokulmuş yurttaşlarımıza seslenmek istiyorum.
Şu bir realitedir ki; bugüne kadar hiçbir ülkede ve toplumda terör yöntemiyle bir demokrasi kurgulanamamıştır, Türkiye’de de kurgulanamayacaktır!
Terörü yöntem olarak kullanan ve uygulayanlar sadece ve sadece emperyalist devletlerdir, bunu da mazlum halkların çıkarı için değil kendi emperyalist çıkarları için hayata geçirmektedirler.
Bunlar önce kendileri bu örgütleri yaratır, sonra da sözüm ona mücadele ediyormuş kisvesiyle soygun, sömürü, işgal ve o halkı yok etme stratejilerini sürdürürler.
Bakınız; önümüzde 2023 yılında Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri var.
Bu ülkenin cefakâr, vefakâr, gerçek sahibi halkımız dururken bizim geleceğimizi, yöneticilerimizin kimler olacağını neden Amerika’dakiler ya da Avrupa’dakiler belirlesin?
100 yıl önce bu toprakları emperyalistlerin işgalinden hep birlikte kurtarmadık mı? Çanakkale’de koyunkoyuna yatanlar bu toprakların asli sahipleri değil mi?
784 bin kilometrekare vatan toprağı hepimizin ecdadının kanlarıyla sulanmadı mı?
Demokratik Sol Parti’nin 37.nci kuruluş yıldönümü vesilesiyle bir kez daha sesleniyorum; Türk’e Türkten başka dost yoktur!
Gün birlik olma günüdür, gün derlenip toparlanma günüdür, gün bir olma, diri olma, iri olma günüdür!
Değerli arkadaşlarım,
Önümüzdeki aylarda bizi zorlu bir kış dönemi beklemektedir. Halkın en büyük sorunu, münhasıran geçim sorunudur. İnsanca bir yaşam için gerekli olan temel gıda maddelerine ulaşabilme sorunudur.
Isınmada, ulaşımda, tarımda ve sanayide ihtiyaç olan enerjiye ulaşamama sorunudur.
Şunu belirtmeliyim ki, halkı, sanayiciyi, çiftçiyi, dar gelirlileri, emeklileri korumanın yolu, öncelikle enerji sektörünün devletin elinde olmasından geçer.
Eğer Enerji sektörü devletin elinde olursa, devlet halkını, sanayicisini, her zaman, her koşulda koruyabilir.
Biz Demokratik Sol parti olarak, Türkiye’nin planlı kalkınması, gençlerin tam istihdamı, çiftçinin ekip biçmesi, sanayicinin üretmesi için Atatürk döneminde İzmir İktisat Kongresinde benimsenen karma ekonomik modelin hayata geçirilmesinin şart olduğunu düşünüyoruz.
Biz “demokratik solcuyuz” servet düşmanı değiliz.
Ancak şu anda Türkiye’de uygulanan ve ülkemizi yaşanamaz hale getiren vahşi kapitalist sistem bir çıkmaz sokaktır.
Vahşi kapitalizmin ülkemizi nereye getirdiğini hep beraber yaşıyoruz görüyoruz. Bu sebeple paramızın alım gücü kalmamıştır.
Bir Amerikan doları, 20 liraya doğru gitmektedir. Oysa Demokratik Sol Parti’nin, iktidarı bıraktığında, dolar 1,68 lira idi. Yani paramız son 20 yılda yaklaşık 12 kat değer kaybetmiştir.
Zaman zaman iktidar sözcüleri 2002 de öğrenci burs ve kredilerinin 45 lira olduğunu, bugün ise 600 liraya çıkarıldığından dem vuruyorlar.
Ben söyleyeyim size hesabı; 2002’de yaklaşık 2 çeyrek altın değerinde burs ve kredi veriliyordu. Oysa o bursun miktarının bugünkü karşılığı 3.500 lira olması gerekir.
“Niye veremiyorsunuz?” diye sorma hakkımız var!
O gün asgari ücretli işçi bir maaşıyla 8,5 çeyrek altın alabiliyordu. Aynı sayıda çeyrek altını alabilmek için bugünkü asgari ücretin olması gereken rakam ise 14,850 liradır.
“Niye veremiyorsunuz?” diye sorma hakkımız var!
Bilinmelidir ki; bugün Türkiye’de dar ve sabit gelirliler açısından hiçbir şey 2002’den daha iyi değildir.
Biz terörü olmayan, büyüme oranı % 9 olan yaşanabilir bir Türkiye bırakmıştık. Oysa bugün kalkınma için ihtiyacımız olan yetişmiş insanlarımız, doktorlarımız, mühendislerimiz, akın akın yurt dışına kaçmaktadırlar, iktidara sahip olanlarda, onlara daha çok konser dinlemek, lüks telefonlar almak için gittiklerini söyleyerek, “giderlerse gitsinler” demektedirler.
Bu durum çok önemlidir değerli arkadaşlar.
Bu gençler kolay yetişmiyor, bunlardan boşalan yerleri Suriyelilerle, Afganlarla, Pakistanlılarla dolduramazsınız.
Bu beyin göçünü durdurmak için yetişmiş insan gücümüzü, ülkemizin kalkınması yolunda değerlendirmemiz gerekir.
Onların gitmek için heveslendikleri ülkelerin yaşam koşullarını, bizim ülkemizde onlara yaratmamız gerekir.
Son yıllarda, özellikle tıp alanında ve savunma sanayiinde çalışan çok sayıdaki evlâdımız yurt dışında geleceğini kurgulamayı tercih etmiştir.
Değerli yol arkadaşlarım, kapitalist sistem vahşileştikçe, halkı önce yoksullaştırır, sonra köleleştirir, en sonunda da insanları, halkı ya ekmek, ya özgürlük tercihine zorlar.
Biz hem ekmek, hem de özgürlük istiyoruz!
Yoksullukta değil, zenginlikte sosyal adalet istiyoruz, çokça üreten, hakça bölüşen bir Türkiye istiyoruz!
Değerli yol arkadaşlarım, Ülkemizin kalkınması için ihracatımızın, ithalatımızdan daha çok olması için, her alanda üretim ekonomisini gerçekleştirmek için nitelikli mesleki teknik eğitime ağırlık vereceğiz.
Meslekî Eğitimi memleket meselesi haline getireceğiz.
Gençlerimizi ve çocuklarımızı, eleyici sınavlarla örselemeyeceğiz.
Herkesin ilgi ve yeteneğine uygun olarak, eğitimin en üst kademesine kadar, fırsat ve imkân eşitliğinden yararlanmasını sağlayacağız.
Unutmayalım, eğitimin insan harcamak gibi bir amacı olamaz, her insan uygun bir eğitimle kendisi, ailesi ve ülkesi için yararlı olabilir.
Sağlığa erişimi tam olarak sağlayacağız, zorunlu sağlık sigortası primini kaldıracağız, ama tüm yurttaşları doğdukları andan itibaren sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlandıracağız.
Sağlık, eğitim, adalet, güvenlik kamusal hizmetlerdir. Sosyal Devletin vatandaşına vermek zorunda olduğu hizmetlerdir.
Bütün bunları bağımsız yargı ve hukukun üstünlüğünü hayata geçirerek sağlayacağız.
Değerli konuklarımız, değerli arkadaşlarım,
Dünya, büyük bir gıda krizi yaşamaktadır demiştim.
Bu durum her ülkeyi ister istemez gıda milliyetçiliğine zorlamaktadır.
Doğal olarak her ülke tarımdan ve hayvancılıktan elde ettiği ürünlerle önce kendi halkını beslemek, doyurmak durumundadır.
O yüzden, “paramız var, dışarıdan alırız, dışarıdan ithalat yaparken bizim partinin adamları da para kazanır” zihniyeti boşa çıkmak üzeredir.
Paranız olsa da, gıda maddesi alamayabilirsiniz. Bunun son örneği Ukrayna- Rusya savaşı nedeniyle yaşanan tahıl krizidir.
O yüzden hep söyleyegeldiğimiz gibi kalkınma köyden ve köylüden başlamalıdır, köylünün yüzü gülerse şehirli de doyar.
Çiftçilerimizin daha çok ekmesi, daha çok üretmesi için güçlü ve tatminkâr teşvikler ihdas edilmeli, gübre, mazot, enerji, sulama gibi giderleri nitelikli ölçekte devlet tarafından sübvanse edilmeli, ürün alım garantisi verilmeli, aynı zamanda kooperatifler eliyle devlet destekli tedarik zinciri kurularak tüketici halk korunmalıdır.
Değerli yol arkadaşlarım, Partimizin kuruluş yıldönümünde belki uzun bir konuşma yapıyor olduğumun farkındayım ama, dert bir değil elvan elvan.
Ancak Türkiye çaresiz değildir. Ülkemiz ne zaman zorda kalsa, Demokratik Sol Parti halkımız tarafından göreve getirilir. Bu günlerde şartlar oluştu, önümüzdeki seçimle birlikte kaldığımız yerden halkımıza hizmete devam edeceğiz.
2023 seçimlerine doğru gidilen süreçte sizler de çok iyi biliyorsunuz ki Türkiye, 150 yıllık parlamenter demokrasi geleneğinden koparılmak suretiyle, yerine adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen yeni bir yönetim biçimine alıştırılmaya çalışılıyor.
Bu yola çıkıldığında, parlamenter sistemle yönetildiğimiz dönemlere dair “koalisyonlardan çok çektik, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile istikrarlı bir yönetim biçimi hayata geçireceğiz” denilerek demokratik Cumhuriyet rejiminin fabrika ayarları bozuldu.
O süreçte, yani 16 Nisan 2017 tarihinde halk oylamasına sunulan, esasen toplamda 10 milletvekilinin eseri olan bu Anayasa değişikliğine Demokratik Sol Parti olarak Hayır demiştik.
“10 Milletvekili” diyorum, zira o günkü kurallara göre Anayasa değişikliği kanunlarının halkoyuna sunulabilmesi için 330 milletvekilinin kabul oyu gerekiyordu. 339 oyla TBMM’de kabul edilen 18 madde ile referanduma gidildi.
Başbakanlık müessesesi kaldırıldı, parlamentoda sandalye sayısı 50 tane daha artırıldı, HSYK yapısı değiştirildi, kısacası devleti ve sistemi yönetme yetkisi tek başına seçilen Cumhurbaşkanına verildi.
Parlamento elbette yasama yetkisini elinde bulundursa da, Cumhurbaşkanı ile uyumlu çalışabilecek nitelikte oluşamadığında çok daha büyük sıkıntıları çözme sorumluluğuyla karşı karşıya kalabilecek hale geldi.
Nitekim o gün koalisyonlardan çok çekildiği gerekçesiyle gerçekleştirilen yeni sistemde maalesef şimdi seçimlerden önce koalisyonlar zorunlu hale getirildi.
Dolayısıyla bu Anayasal kriterlerle, bu Seçim ve Siyasi Partiler Yasalarıyla gidilecek olan Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demokratik Sol Parti olarak halkımıza en doğru seçeneği sunacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
Zira, DSP’siz bir parlamento birbirinin yanlışlarıyla beslenen yapıya bürünmüştür, kabul edilecektir ki üretimsizliğin temel noktasını bu manzara oluşturmaktadır.
Değerli basın mensupları, kıymetli konuklarımız, değerli yol arkadaşlarım,
Sizlerle birazda ülkemiz sınırları dışına bakalım.
Ülkemiz üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrilmiş, esasen dünya coğrafyasının en önemli konumunda yer almaktadır.
Bu emperyalist planın kıskacından kurtulmak için, Atatürk’ün ve Ecevit’in benimsediği ve uyguladığı bölge merkezli dış politika çerçevesinde, komşularımızla barış içinde yaşamamız için, mutlaka bölgesel işbirliği anlaşmaları yapmamız gerekir.
Ülkemiz süper güçlerin, silah tüccarlarının ürettiği etkili silahların deneme alanı olmamalıdır. Türkiye yer aldığı jeopolitik bölgede denge ve barışın sembolü olmalıdır.
Bizim için vazgeçilmez kırmızı çizgimiz olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, başta kardeşlerimiz olduğunu ilân eden diğer Türk Cumhuriyetleri olmak üzere, dost ve müttefik ülkeler tarafından tanınmalı ve KKTC’ye büyükelçilerini atamalıdırlar.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bunun için gerekli etkili adımları Birleşmiş Milletler nezdinde ortaya koymalıdır.
Geçtiğimiz günlerde Özbekistan’ın Semerkant kentinde toplanan Türk Devletleri Teşkilatı toplantısında KKTC’nin “Gözlemci Ülke” statüsünde tanınması önemli bir ilk adımdır.
Diğer taraftan Türkiye olarak tüm dünyanın yaşamak zorunda kaldığı Covid-19 pandemisi sürecinin olumsuzluklarını bertaraf etmede, ayrıca Ukrayna – Rusya savaşı sürecinde ve devamında bölgesel özelliklerini en doğru şekilde kullanmak suretiyle ağırlığımızı hissettirmekte ortaya koyduğumuz stratejiler büyük bir öneme sahiptir.
Bu gücümüzü özellikle KKTC’nin uluslararası zeminde tanınması, Yunanistan’ın tehditkâr ve tahrikkâr politikalarının boşa çıkarılması, Ege Denizindeki işgal edilmiş adaların olması gereken yasal duruma getirilmesi için çekinmeden – korkmadan kullanmamız gerektiğini ifade etmek isterim.
Öyle “Bir gece ansızın gelebiliriz!” söylemlerinin etki gücünün kalmadığını geçen 18 yılda yaşayarak gördük.
O halde Türkiye’nin bugünkü önemine atfen önerdiğimiz gücün kullanılması zamanının geldiğini kabul etmeliyiz.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin varlığı ve tanınması, hatta Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne evriltilmesi Türkiye’nin güvenliği Akdeniz’deki mavi vatanımızdaki haklarımızın korunması için gereklidir.
Değerli yol arkadaşlarım,
Herkes hayata, olaylara kendi penceresinden bakar.
Bizde Demokratik Sol pencereden hayata baktığımızda, fabrikada, tarlada çalışan işçileri, devlet dairesinde çalışan memurları, bağını bahçesini, tarlasını ekip biçmeye çalışan köylüleri, çiftçileri, yanına aldığı çırağı, kalfayı evladından ayırmayan ustayı, küçük esnafı, iş yerinde çalıştırdığı işçinin hakkını, alın teri kurumadan vermeye çabalayan müteşebbis iş insanlarını görüyoruz.
Asgari ücretle geçinmeye çalışan ailelerin üniversitedeki barınma, beslenme, kitap defter masraflarıyla boğuşan gençlerini, hayatının son baharında geçinme zorluğu yaşayan emeklilerimizi, başta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olmak üzere Türk dünyasındaki kardeşlerimizi görüyoruz.
İşte bu insanlar, 37 yıl önce Bülent Ecevit’in önderliğinde, yoksulluk kader değildir diyerek, var olan bozuk düzeni değiştirmek için Demokratik Sol partiyi kurdular.
Vatanı ve milleti uğruna siyaset yapmayı Atatürk’ten, Ecevit’ten öğrendiler.
Evet milliyetçiyiz, evet vatanseveriz, evet solcuyuz!
Solculuğumuz vatanımızı ve milletimizi sevmemize, onu koruyup kollamamıza, esirgememize engel değildir.
Onun için Ecevit; “Biz milliyetçiliği boş sokak duvarlarına değil, Ege’nin deniz yataklarına, orta Anadolu’nun haşhaş tarlalarına, Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarına yazdık!” demişti.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, tarihsel yolculuğunda ikinci yüzyıla doğru ilerlerken hedefimiz, Atatürk’ün bize emanet olarak bıraktığı lâik – demokratik Cumhuriyetimizi, şehitlerimizin kanlarıyla yoğrularak yeniden vatan yapılan topraklarımızı ilelebet yaşatmaktır.
Onun için hiç endişe etmeyin, yeniden mecliste haklı yerimizi alacağız, yeniden DSP’nin akgüvercini gökyüzünün maviliklerine kanat çırpacak.
Yeter ki Atatürk’ün ışığıyla aydınlanmış Ecevit’in yolundan ayrılmayalım, yeter ki birbirimize olan güvenimizi güçlü ve ayakta tutalım.
Sözlerime son verirken başta bu vatanı ve Cumhuriyeti kurarak bizlere emanet eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman mücadele arkadaşları olmak üzere;
Demokratik Sol düşünceyi hayata geçirmek için yürüdüğü demokrasi yolunda defalarca suikastlardan kurtulan, 12 Eylül faşizminin soğuk zindanlarında verdiği demokrasi mücadelesini Demokratik Sol Parti ile taçlandıran;
2002 yılında emperyalizmin işgalci postallarına direndiği için kalleş bir sürecin saldırısı altında Başbakanlıktan uzaklaştırılan büyük devlet adamı, Onursal Genel Başkanımız, Başbakanımız Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit’i, ebediyete irtihal etmiş olan tüm Demokratik Solcu mücadele arkadaşlarımızı, bilhassa bu vatan için göğsünü siper etmiş bütün şehitlerimizi bir kez daha rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum, önlerinde saygıyla eğiliyorum.
Bu mücadelede yolumuz açık, emeğimiz güçlü ve daim, 37.nci kuruluş yıldönümümüz kutlu olsun!
Sağ olun var olun!” şeklinde konuştu.