“Bu ayıp devleti yönetenlere yeter de artar!”
Aksakal; “Bir terör örgütünün siyasi ayağına devlet eliyle destek yapılmasına sanırım dünyadaki tek örnek ülke Türkiye’dir.”
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.
Aksakal açıklamasında;
“Değerli basın mensupları, saygıdeğer arkadaşlarım,
Sizleri en içten duygularımla selâmlıyorum, hoş geldiniz.
Bartın/Amasra TTK Ocağında yaşanan maden kazasında 41 yurttaşımızı kaybettik. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Buradan öncelikle kederli ailelerine başsağlığı, sabır ve metanet diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyorum.
Bu gibi facialar yaşandıktan sonra gerek siyaset kurumu, gerek medya ve gerekse toplumca, “nedenleri” üzerine konuşmaktan, münhasıran karşıtlarımızı suçlamaktan ve ne hikmetse hesap sormak duygusundan öteye geçemiyoruz.
Maalesef diyorum zira, bu saatten sonra yerel idarecilerin, merkezi yöneticilerin, sorunun muhatabı sektörel STK’ların müdahil olma noktasında iş işten çoktan geçmiş oluyor.
Son maden kazasında da aynı hadiseler yaşandı. Yerin 350 metre altında gerçekleşen bir patlamanın sonrasında 2019 yılında yayınlanan bir Sayıştay Raporu elden ele dolaştırılıyor.
Hiç kimse de demiyor ki; bu rapor Parlamentodaki partilerin tümüne, Sendikaların tamamına, Üniversitelerin her birine ulaşıyor, bugüne kadar Amasra TTK Ocağının kapısında hangi muhalefet partisi bu eksiklikler üzerine bir açıklama yaptı, hangi sendika bir eylem ya da etkinlik düzenledi?
Varsa bilen söylesin. Ama yok. Olay yaşanıyor, mutlak surette birilerinin tutuklanması ya da cezalandırılması üzerine hamasi nutuklar atılmaktan öteye geçilemiyor.
Çaresizliğin tezahürü olarak niteleyebileceğim bir yaklaşımla da meseleye “Kader” teşhisi konuluyor. Bu doğru bir yaklaşım değil.
Evet, bizler inançlı insanlarız. “Amentü” duasını okurken hayrın ve şerrin Allahtan geldiğine iman etmişiz. Ama “kader” denilen kavramın yaşanılan olayların son halini izah eden bir betimleme olduğunu da unutmayacağız.
Kötü olayların önlenmesine yönelik her türlü tedbiri almak ve alınmasını sağlamanın öncelikli görevimiz ve sorumluluğumuz olması gerekmiyor mu?
Sorumluluklarımızı kadere yükleyemeyiz! Dere yatağına bina yapılmasına ses çıkarmayıp sel geldiğinde o binanın yıkılmasının, insanların ölmesinin, mallarının zarar görmesinin sorumluluğunu kadere yükleyemezsiniz!
Uykusuz şekilde araç kullanıp trafikte bir facia yaşanmasının vebalini kadere bağlayamazsınız!
Lütfen, artık insanların manevi duygularını bu gerekçelerle istismar etmekten vazgeçin, yaşanan Amasra maden faciasından başlamak üzere geriye doğru tüm faciaların müsebbibi ve sorumlusu neyse ya da kim ise ortaya çıkarın.
Bunu bir an evvel yapın ki canlarını yitiren kardeşlerimizin yakınlarının yüreklerine su serpilsin, devlete olan inançları ve bağlılıkları pekişsin.
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
Sanırım bizler toplum olarak elde ettiğimiz her gücü, her imkânı veya yetkiyi öncelikle sınırsız ve kontrolsüz şekilde kullanmayı alışkanlık haline getirmişiz.
Zira özgürlüklerimizin sınırsız olduğu gibi bir yanlış anlayışla yaşamımızı şekillendiriyoruz. Oysa bilmeli ve kabul etmeliyiz ki kendimize ait özgürlüğün sınırı, karşımızdakinin özgürlüğünün başladığı noktaya kadardır.
Bilim ve teknolojinin içinde bulunduğumuz yüzyılda baş döndürücü bir şekilde gelişmesi, kitle iletişim araçlarının aynı minvalde çeşitlenmesi, dijital platformların insanlara her türlü dezenformasyonu yapabilme olanağını sunması, “insan” denilen varlığın yeri geldiğinde bu gücü ve imkânı kendi duygularını tatmin etme gayesiyle kötüye kullanmasına da yol açabiliyor.
Bu konuda her ülke kendine göre tedbirler ya da kısıtlamalar ihdas ederek olası ihlâllerin önüne geçmeye çalışıyor.
Bizde de bu yönde atılan adımlar oluyor ve olmakta.
Sizlerin de yakından takip ettiği üzere en yakın örneğini 13 Ekim 2022 tarihinde TBMM’nde görüşülerek kanunlaştırılan ve 17 Ekim 2022 tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak Resmi Gazetede yayımıyla birlikte yürürlüğe giren, kamuoyunda da Sansür Yasası olarak adlandırılan “Basın Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7418 Sayılı Kanun” aracılığıyla bir aşamaya getirildi.
Evet, “Basın Özgürlüğü” halkın doğru habere ulaşması açısından demokratik yaşamın mütemmim cüzlerinden biri olarak kabul edilmelidir.
Ancak hepimiz de çok iyi biliyoruz ki Türkiye’de en kolay edinilen meslek de maalesef “Basın Mensubu (!)” olmaktır.
Bunu üzülerek söylüyorum. Geçmişte omuzuna bir fotoğraf makinası takan, elinde bir not defteri olan kendisini “gazeteci” olarak tanıtıp devletin valisine, milletin seçtiği Belediye Başkanına veya Milletvekiline her türlü ahlâk dışı tavrı geliştirebiliyordu ve bugüne kadar da böyle sürdü.
Bir örnekleme ile bu görüşümü değerlendirmenize kolaylık sağlamak isterim. Bugün bu ülkede ayakkabı tamirciliği yapmak isterseniz, bir çay ocağı açmak isterseniz, boya-badana işi yapmak isterseniz devlet sizden önce bir vergi kaydı, ardından meslek kuruluşuna üyelik, bir Sosyal Güvenlik Kuruluşuna başvuru ve hatta meslek dalıyla ilgili Ustalık Belgesi istiyor.
Ama “Gazeteci” olmak için bunların hiç birine ihtiyaç duyulmuyor. İki yüz elli lira verip bir internet sitesi satın alıp birkaç bin lira da hosting hizmetini sağladığınızda, bakınız; “satın aldığınızda” demiyorum “sağladığınızda” gazeteci olup çıkıyorsunuz.
Hatta bir adım daha ilerisini söylemek gerekirse tamamen parasız bir şekilde sosyal medya denilen platformlarda hesap açan birisi (ama gerçek ismiyle, ama sahte bir isimle) önüne gelen herkese lâf etme, gerektiğinde çemkirme ve hakaret etme ve dahası mesnetsiz iddialarla iftira etme imkânına sahip olabiliyor.
Bu toplum sahipsiz midir değerli arkadaşlar?
Devlet denilen mekanizma ne için vardır? Toplumsal düzeni sağlamak gibi önemli bir misyona sahip kurumlar elbette sorumluluklarının gereğini yerine getireceklerdir ve bütün bunların bir düzene sokulması mecburiyeti vardır.
Şimdi bir tartışma ortamını körükleyerek, bu doğrultuda yapılan çalışmaları farklı boyutlara taşımaya çalışmanın kimseye bir yararı yoktur.
Yapılan kanuni değişikliğin özellikle 29.ncu maddesi içeriği üzerine yapılan sert tartışmaların gerekçelerine ve ne dediğine bir bakacak olursak:
“Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.” diyor.
Şimdi Demokratik Solcular olarak bu maddeye baktığımızda yaşamımızın hiçbir alanında böyle bir suçla uzaktan yakından alakamız olamaz. Kimsenin de olmamalı.
Demokratik Solcular halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak istemez. Kimse de istememeli.
Ülkenin iç ve dış güvenliğini, kamu barışını bozmaya çalışmaz. Kimse de çalışmamalı.
İftira atmaz, hakaret etmez, küfrü başkasına söylemeyi bırakın öncelikle kendine yakıştırmaz. Kimse de kendine yakıştırmamalı.
Dünyanın bütün demokratik ülkelerinde bu kapsamda yasal çerçeveler konulmuşken böyle bir yasal düzenlemeye karşı olumsuz bir yaklaşım da söz konusu olmamalıdır. Ama bir realite daha vardır ki, asıl konuşulması, üzerinde tartışılması gereken husus bu yasal düzenlemenin içeriğinden ziyade uygulamasından duyulacak endişe konusudur.
İşte bu konuda kaygılanmaya hepimizin hakkı var.
Zira hukuki davalar söz konusu olduğunda ve buna benzer örneklerinde, iktidar yanlısı ve iktidar karşıtı yapılara mensup bireylerin çifte standartlarla karşı karşıya kalabildikleri, bu haksızlıklara meyilli davranış sergileyen hukuk insanlarıyla karşılaşıldığı da tartışmadan varestedir.
İnanıyorum ki bu tespitimi en başta da adalet dağıtma noktasında bulunanlar onaylayacaklardır.
Esasen böyle bir yasal düzenlemeden “dezenformasyon yapanlar, yalan haber yayanlar” çekinsin diyebilirsiniz ancak aynı suçu iktidar yanlısı olanlar işlediğinde onlara adli merciler nezdinde ayrıcalık tanınacağı yönündeki tereddüt maalesef birçok konuda fiilen yaşanmışlıklarla da ortada durmaktadır.
Bunu hiç kimse yadsıyamaz ve yadsımamalıdır. Aksi samimiyetsizlik olur.
Başta Adalet Bakanlığı olmak üzere iktidarı elinde bulunduran aktörler bu husustaki tereddütleri şüpheye mahal bırakmayacak netlikte ve hassasiyette ortadan kaldıracak çalışmaları da bir an önce yapmalı ve halkı ikna etmelidir.
Değerli basın mensupları,
2023 Yılı Bütçesi, yani Cumhuriyetin 100. yıl Bütçesi, yani 2023 seçimlerinin bütçesi TBMM gündemine getirildi.
4 Trilyon 470 Milyar lira büyüklüğündeki bu bütçenin fasılları tartışılırken de kime ve nereye ne kadar harcamalar yapılacağını göreceğiz.
Evvelemirde öğrendiğimiz bir husus var ki, bu bütçenin boyutu itibariyle de 2023 seçimlerinde Hazine Yardımı alacak olan partilere verilecek paylar da üç aşağı beş yukarı belirlenmiş oldu.
Buna göre iktidarı elinde bulunduran Ak Parti yılbaşında 654 milyon lira, seçim takvimi başladığında 1 Trilyon 300 Milyar lira olmak üzere toplamda yaklaşık 2 Trilyon lira alırken Devletin başındaki Cumhurbaşkanının, PKK terör örgütünün siyasi ayağı olarak tanımladığı HDP’ye yılbaşında 180 milyon, seçim takvimi başladığında ise 360 milyon lira olmak üzere toplamda 540 milyon lira yardım verilmiş olacak.
Değerli arkadaşlarım, saygıdeğer basın mensupları,
Bir terör örgütünün siyasi ayağına devlet eliyle destek yapılmasına sanırım dünyadaki tek örnek ülke Türkiye’dir.
Bu ayıp da devleti yönetenlere yeter de artar!
Düşünebiliyor musunuz, bir taraftan milyarlarca lira devlet bütçesinden terörle mücadeleye kaynak harcayacaksınız, diğer taraftan bu hainlere parlamentoya yeniden gelebilsinler, seçim çalışmalarını rahat yürütsünler diye 540 milyon lira devlet desteği sağlayacaksınız!
Bunu kimseye anlatamazsınız!
Ayrıca biliyorsunuz, hazine yardımını hak eden partilere bu miktar seçim dönemlerinde üç katı olarak veriliyor. Diyelim ki, her yıl verilen miktar seçimlerde aldıkları oy oranına göre dağıtılıyor. Peki seçimlerde verilen miktarın seçimlere katılan partilere eşit olarak dağıtılması gerekmez mi?
Bugünkü uygulama hakkaniyetli midir?
Bu hususta 2020 yılı Haziran ve Aralık aylarında hazırladığımız Öneriler çalışmamızı başta sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere TBMM Başkanına, Meclisteki siyasi parti sayın Genel Başkanlarına ve Adalet Bakanına sunmuştuk.
“Adalet mülkün temelidir.” diyerek siyaseti hamaset boyutunda götürenlere, haksızlığı siyasetlerine ve bireysel yaşamlarına dayanak yapanlara Demokratik Sol Parti olarak biz hakkımızı helal etmiyoruz.
Bu bir kul hakkıdır, işinize geldiğinde inançlarınızı öne sürerek davranış sergilerken, işinize gelmediğinde havaya bakıp ıslık çalmanız bu dünyada da, ahiret hayatınızda da alnınızda bir kara leke olarak duracaktır.
Değerli basın mensupları,
2022 Bütçesi başlangıçta 1 Trilyon750 milyar lira iken o dönemde DSP olarak bizim de öngördüğümüz ve önerdiğimiz şekilde yapılan EK bütçe ile 880 milyar 474 milyon lira ilave yapılmış, böylece 2022 Bütçesi toplam 2 trilyon 631 milyar liraya ulaşmıştı.
Ekim 2022 ortalarında olmamıza rağmen geçmiş 2022 bütçesinin gider kalemleri rakamları hızla artarken gelir kalemlerinin arzu edildiği gibi gerçekleşmediğini de gözlemliyoruz.
2023 Bütçe giderlerinin 4 Trilyon 470 Milyar lira, Bütçe gelirlerinin ise 3 Trilyon 810 Milyar lira olacağı öngörülmesiyle bu rakamlarda giderlerin 2022 ilk bütçesine göre %155 artış gösterdiği açıkça ortadadır.
Hatta 2022’de yapılan EK bütçeye göre de % 69,89 artış görülmektedir. 2023 bütçesi aslında yaşadığımız enflasyonun gerçek yansımasıdır.
2022’nin Ocak-Eylül döneminde bütçe geliri 1 trilyon 970 milyar lira olmuştur. 2022 Aralık sonu itibariyle de bütçe gelirimizin 2.400 – 2.525 trilyon lira olacağını öngörürsek bütçe gelirlerinde 2023 yılı için % 58,75 – % 66,26 oranında gelirlerin artacağı öngörülüyor.
2023 yılı için öngörülen bütçenin gelir kalemlerinde çarpık vergi yapımızda değişen bir şey olmadığını ve maalesef sadece bu konuda istikrar sağladığımızı söyleyebiliriz.
Örneğin Özel Tüketim Vergisi 512 milyar 643 milyon lira olarak öngörüldüğüne göre demek ki önümüzdeki en az 3 yıl boyunca ÖTV ve KDV’li yoğun günler bizleri beklemektedir.
2023 bütçesi öngörülen gelirlerine baktığımızda enflasyon muhasebesinin 2023 yılında da uygulanması zor gözükmektedir.
Dünyada enflasyon ve ekonomik sıkıntılar özellikle Avrupa’da bir Resesyon beklentisini arttırmaktadır.
Bu sebeple ihracatımızın ağırlığının olduğu bu bölgede ihracatta bir düşme olabilir.
Buradaki bir diğer risk Dolar / Euro paritesidir. 2023 bütçesinde öngörülen gelirlere ulaşmamız bu nedenlerle oldukça zor gözükmektedir.
Dolayısıyla, en geç 2023 yılının Temmuz – Ağustos aylarında bir Ek bütçe yapılma ihtiyacı doğacaktır.
Değerli basın mensupları, Bir hususun daha kamuoyunun gündemine getirilmesi gerektiğine inanıyorum.
O da CHP’nin TBMM’ne sunduğu başörtüsü ile alakalı Kanun teklifi ve Ak Parti’nin de bu konuyu Anayasa değişikliğine evrilterek yeni bir durum yaratması konusudur.
Sizlerin de yakından bildiği gibi Anayasa değişiklikleri ile ilgili kanunlar TBMM’nde en az 360 oyla geçiyor ve Cumhurbaşkanının 15 gün içerisinde bunu Halkoylamasına götürmesi mecburiyeti var ve yine Halkoylaması kanununa göre de Resmi Gazete’de yayın tarihini takip eden 60.ncı günün sonrasındaki ilk Pazar günü de sandık kuruluyor.
Bu arada şunu da belirtmek isterim, bu değişiklik kanunları Meclisten 2/3 çoğunlukla geçse bile Cumhurbaşkanının bunu Halkoylamasına götürme hakkı ve yetkisi Anayasa’da kendisine verilmiştir.
2023 seçimleri normal tarihinde yapılacak olursa 18 Haziran Pazar günü sandık kurulacak, ama eğer Halkoylaması gerçekleşecek olursa bu durumda Ak Parti iki kez seçim masrafı hazineye gereksiz yük olur diyerek Halkoylaması ve Genel seçimlerin birleştirilmesini ve bu sebeple Genel Seçimlerin erkene alınmasını isteyebilecek, dolayısıyla bir taşla iki kuş, hatta üç kuş vurulacaktır.
Hem Cumhur İttifakının seçimlerin zamanında yapılması konusundaki duruşu zarar görmeyecek, hem Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü kez aday olabilmesi için gerekli erken seçim kararı TBMM tarafından alınmış olacak, hem de henüz Cumhurbaşkanı adayını belirleyememiş olan Millet İttifakının sıkıştırılması sağlanmış olacaktır.
Bugünden sonra 2023 seçimlerine doğru daha hararetli bir dönemi yaşayacağımız anlaşılıyor. Bu dönem aynı zamanda iktidar ve muhalefet cephelerinin Türkiye’nin geleceğine yönelik öngörülerinde ve söylemlerinde ne denli samimi olduklarına da ışık tutacaktır.
Biz Demokratik Sol Parti olarak öncelikle Türkiye’nin normalleşmesi gereğine inanıyoruz. Geçen hafta yaptığım basın toplantısında da açıkça değindiğim üzere, Tam Bağımsız Türkiye ideali ancak ve ancak asil Türk milletinin özgün iradesiyle hayata geçirilebilir.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hangi istiklâl vardır ki Ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!” düsturunu unutamayız, unutmamalıyız!
Bugün Türkiye, yüz yıl öncesi şartlardan daha ağır bir işgal tehdidiyle karşı karşıya bırakılmış olarak ve birden çok cephede gerek askeri, gerekse ekonomik alanda yepyeni bir kurtuluş savaşı ile egemenlik mücadelesi vermektedir.
Demokratik Sol Parti “milliyetçi, vatansever, Sol” bir parti olarak 2023 seçimleri yolunda asil Türk milletinin birliği ve kadim Türk vatanının bölünmez bütünlüğü uğrunda mücadeleyi kutsal sayan yapılarla bir anlayış birliğini mutlak surette kurgulayacaktır.” şeklinde konuştu.