AKSAKAL: “Elin Parasıyla Yapılan Hovardalığın Hikayesidir Bunlar”
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı sayın Önder AKSAKAL Mersin Gazeteciler Cemiyetini ziyaret ederek burada bir basın toplantısı düzenledi. Son günlerde yaşanan cinnet ve cinayet olaylarına ilişkin konular ile, ülkenin içinde bulunduğu sosyo ekonomik sorunlara yönelik değerlendirmelerde bulunan AKSAKAL, “Devleti ve milleti haraca bağladıkları yollardan, köprülerden, havalimanlarından, şehir hastanelerinden bahsediyorlar, SİHA’lardan, zırhlı araçlardan anlatıyorlar. Üretimdeki düşüşten, tarımdaki tükenişten, sanayideki, turizmdeki gerileyişten, bitirilen hayvancılıktan bahseden yok. Elin parasıyla yapılan hovardalığın hikayesidir bunlar.” dedi.
Polis Haftası nedeniyle de teşkilatın kuruluşunun 173. Yıldönümü itibariyle tüm Polisleri tebrik eden AKSAKAL, vatan savunmasında ve toplumsal düzenin tesisi yolunda yaşamınını yitiren şehitlere Allah’tan rahmet dileyen DSP Genel Başkanı AKSAKAL’ın açıklamaları şöyle:
Saygıdeğer basın mensupları, Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum.
Öncelikle geçtiğimiz günlerde hunharca bir saldırıya maruz kalarak yaşamlarını yitiren Osmangazi Üniversitesi mensubu yönetici ve akademisyen kardeşlerimize Allahtan rahmet, yakınlarına, Üniversite camiasına ve Türk milletine sabır, metanet ve başsağlığı diliyorum.
Kolay bir hadise değil.
Bugün ülkemizin getirildiği noktanın en çarpıcı sonuçlarından sadece bir örneğidir bu saldırı ve seri cinayet olayı.
Bir cinnet göstergesidir. İnsanlarımızın ruhuna yerleştirilmiş bir intikam duygusunun dışavurumudur.
Bu manzara, “dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğiz” diyerek yola çıkan sapkın siyasetin eseridir.
İşte her fırsatta anlatmaya çalıştığımız, sonuçları itibariyle tarif etme gayretinde olduğumuz toplumsal çöküşün, kaosun, anarşinin işaret fişeğidir bu cinayet olayı.
Demokrasinin egemen olduğu rejimlerde, özgür ve özerk Üniversite koşullarında, bırakın gerçekleşmesini hayal bile edilemeyecek bu tip olaylar, maalesef bizim gibi egemenliğini siyasi iradelerin insafına bırakmış toplumlarda kaçınılmaz sonuçtur.
Eskişehir-Osmangazi Üniversitesinde gerçekleşen bu menfur saldırının alt yapısı, üzülerek ve altını çizerek belirtmeliyim ki Türkiye’deki bütün Üniversitelerde değişik düzeylerde mevcuttur.
Üniversitelerimiz bilim üreten yuvalar olmak yerine, büyük çoğunluğu adına “intihal” denilen hırsızlama tezlerle kariyer sahibi olmuş sözde akademisyenlerle doldurulmuştur. Hâl böyle olunca, temelsiz, bilgisiz, yetersiz ve kişiliksiz aktörlerin egemenliği altında olan bir yapıdan bilim üretmek değil ancak kin, nefret, fitne ve kaos yaratmaları beklenebilir.
Esasen “Hayatta en hakiki mürşid ilimdir” diyen büyük Atatürk’ün yolundan ayrılanları ve hatta O’nu kıt zekâlarıyla yargılamaya kalkanları ibretle izlediğimiz bu günlerde, yaşadığımız menfur cinayet olayını yaşamak sürpriz olmasa gerektir.
Zira, Laik Cumhuriyet ilkeleri ve bilimin özgür gelişimi yolunda kimseye bağlı olmaması gereken bilim adamlarının, bugün bir “kul” edasıyla siyasi iradenin tahakkümü altında olmayı içlerine sindirmesini anlamakta güçlük çektiğimi ifade etmeliyim.
Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliklerini haiz bir ülkenin Üniversite rektörü kendisini “İslâm alimi” olarak niteleyip Arap şeyhlerinin kıyafetini giyebiliyorsa, bu yaşama öykünebiliyorsa, İslâm alimliği kavramının “Arap” olmayı değil sadece ve sadece “aydın” olmayı gerektirdiğinin farkında olamıyorsa, bu tıynetteki sözde akademisyenlerin yönettiği Üniversitelerden başka ne bekleyebiliriz ki?
Bu yaşanan “seri cinayet” olayı bir başlangıçtır.
Toplum çığırından çıkarılmış, geleceğe dair umutları yok edilmiş ve yaşamsal insicamını kaybetmiştir.
Bütün bu yaşananların sadece Osmangazi Üniversitesi’ne özgü bir olay olarak görülmesi, deyimi yerindeyse tam bir aymazlık olarak adlandırılabilir. Zira diğer Üniversitelerimizde de bu ve buna benzer kamplaşmaların, öğretim elemanları arasında gruplaşmaların, birbirinin ayağını kaydırma olaylarının, kumpas-entrika ve benzerlerinin varlığından hepimiz haberdarız.
Zira biraz önce de değindiğim gibi Üniversitelerimiz bilim yuvası olmaktan çıkarılmış, birer ikbal yuvası haline getirilmiştir.
“Allahtan sağlık, devletten aylık” anlayışının hakim olduğu bir yapı, ister Üniversitede olsun, isterse diğer devlet kurumlarında olsun bundan farklı sonuçlar doğuramaz.
Değerli basın mensupları,
Ülkemizin ve toplumun bugün içerisine düşürüldüğü durumun, devlet yönetimini elinde bulunduran zihniyetin sosyal ve ekonomik politikalarından ayrı düşünülemeyeceği hepimizin malumudur.
Zira insanlar ekonomik olarak refah içerisindeyse, mutlu ise, geleceğe dair kaygıları yoksa, onların içinde kötülük duygusu beslenemez.
Üzülerek belirtmeliyim ki, 16 yıldır işbaşında bulunan AKP zihniyetinin bugün bizi getirdiği nokta burasıdır.
Ekonomik olarak yokluktur, yoksulluktur, umutsuzluktur, kandır, gözyaşıdır,
Ticari olarak yolsuzluktur, hırsızlıktır, kindir, intikamdır, iflastır, intihardır!
Siyasi olarak haksızlıktır, hukuksuzluktur, kanunsuzluktur!
Sadece iç dünyamızda değil, komşu ülkelerle olan ilişkilerimizde huzursuzluktur, hatırsızlıktır, tutarsızlıktır, onursuzluktur, omurgasızlıktır!
Bugün devleti yönetenler ekonomiyi bitirdikleri gibi, ülkeyi de yol geçen hanına çevirmişlerdir.
Cumhurbaşkanı bir taraftan, son Başbakan diğer taraftan işi gücü bıraktılar, il il, ilçe ilçe parti kongrelerine koşuyorlar. Oralara yolluklarını vererek getirdikleri kalabalıkların neyi alkışladıklarını dahi bilmeden yaptıkları tezahüratları karşısında coştukça coşuyorlar.
Ekonominin “şaha kalktığını” anlatıyorlar meselâ.
Anlatırken katrilyon rakamlarını ağızlarından düşmüyorlar. Dersiniz attıkları altı sıfır tamamen anlamını yitirmiş. Sormazlar mı adama “ne oldu.. binlere, milyonlara ağzınız alışamadı değil mi?”
Lafa geldi mi, “eskiden helâ ücreti 1 milyon liraydı, biz geldik 1 Lira yaptık” demeyi biliyorsunuz! Ama iş algı yaratmaya gelince trilyonlar. Sevsinler sizin “AK”lığınızı!
Devleti ve milleti haraca bağladıkları yollardan, köprülerden, havalimanlarından, şehir hastanelerinden bahsediyorlar, SİHA’lardan, zırhlı araçlardan anlatıyorlar.
Üretimdeki düşüşten, tarımdaki tükenişten, sanayideki, turizmdeki gerileyişten, bitirilen hayvancılıktan bahseden yok.
Elin parasıyla yapılan hovardalığın hikayesidir bunlar.
Değerli basın mensupları,
Gemi’nin karaya oturduğunun bunlar da farkındalar.
Güney sınırımızda yaşanan olumsuzlukların müsebbibi olan bu iktidar, artık ulusal güvenlik tehdidine dönüşmüş olan terör yapılanmasını bertaraf edebilmek için yapılan devlet icraatlarını dahi siyasi nemaya çevirme çabasından geri kalmıyor.
Devletin sınır karakolunda Mehmetçiğin eğitim simgelerinden biri olan yaylalar yaylalar türküsünü söyleyenlerin, daha dün birlikte el ele Diyarbakır meydanında terör örgütü PKK sempatizanlarıyla zılgıt çeken kişilik yoksunu, gizli PKK sempatizanıyla tempo tutmasının, vatanı ve milleti için gözünü kırpmadan şehadet şerbeti içenlerin ruhunu inciteceğini, onların ailelerinin yüreklerini burkabileceğini bile düşünemez hale geldiğini ibretle izliyoruz.
Bu manzara bile tam anlamıyla tükenmişliğin tezahürüdür.
Değerli basın mensupları,
Şunu özellikle belirtmeliyim ki; 16 yıldır bu iktidara payandalık eden parlamentodaki muhalefetin de en az onlar kadar sorumluluk sahibi olduğu hususu gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu dört parti birbirleriyle kayıkçı kavgası görünümündeki diyaloglarıyla bizleri hem güldürmekte, hem de düşündürmektedir.
Her konuşmasında “anne muhalefete” sözde çatan, ardından da “Allah böyle muhalefeti başımızdan eksik etmesin” diye dua ettiği bir Cumhurbaşkanına sahip olan tek ülke Türkiye’dir!
Türkiye bunlara müstahak değildir!
2019 yılında Türkiye Cumhuriyeti, devleti ve milletiyle özgün kimliğine mutlaka geri dönmelidir.
Yeniden üreten, kendi kendine yeten bir ülke ekonomisi, yüzü gülen insanların yaşadığı bir Türkiye zor ve uzakta değildir.
Her ne kadar kendilerine adaleti, hukuku, seçim sandığımızı, kısacası namusumuzu teslim ettiğimiz Yüksek Seçim Kurulu’nun da pilot ortak olarak görev üstlendiği anlaşılan sözde Yeni Türkiye yapısına milletimiz günü geldiğinde en güzel cevabı yine sanıkta verecektir.
33 yıllık geçmişi ve üç kez devleti yönetmiş olmanın özgüveniyle de Demokratik Sol Parti bu süreçte üzerindeki misyonun ve sorumluluğunun gereğini mutlaka yerine getirecektir.
Milletvekili seçimleri, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve devamında gerçekleşecek Yerel Yönetim Seçimlerinde hakkın ve halkın iktidarı için kendi adaylarıyla mücadelesini ortaya koyacak, topluma doğruyu seçenek olarak sunacaktır.
Siyaseti kişisel ikballeri için yapanlar dışında kalan tüm yurtseverleri DSP’nin huzuru, özgürlüğü ve bağımsızlığı simgeleyen Akgüvercinli mavi bayrağı altında buluşmaya, bu kötü gidişin önünde güçlü bir set oluşturmaya çağırıyorum.