Genel Başkanımızdan Haberler

Aksakal; “Andımızın kaldırılması PKK’ya verilen ödüldür!”

Bugün sözlerime şöyle başlamak istiyorum:

Türküm, doğruyum, çalışkanım,

İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,

yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.

Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir.

Ey Büyük Atatürk!

Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime

ant içerim.

Varlığım Türk varlığına armağan olsun.

Ne mutlu Türküm diyene!

Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Sayın Önder AKSAKAL, gerçekleştirdiği basın toplantısında ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.

Aksakal açıklamasında;

Ülkemizde, dünyada yaşanan toplumsal ve siyasi gelişmelerle ilgili olarak partimizin görüş ve önerilerini sizlerin aracılığında kamuoyu ile paylaşmak üzere bir aradayız. Hepiniz hoş geldiniz.

Bugün sözlerime şöyle başlamak istiyorum:

Türküm, doğruyum, çalışkanım,

İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,

yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.

Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir.

Ey Büyük Atatürk!

Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime

ant içerim.

Varlığım Türk varlığına armağan olsun.

Ne mutlu Türküm diyene!

Bildiğiniz gibi 80 senedir ilkokullarımızda okutulan Andımız, sözde “çözüm süreci” adı altında yürütülen politikalar kapsamında PKK terör örgütünün talepleri doğrultusunda 2013 yılında Milli Eğitim Bakanlığının Yönetmeliğinden çıkarılmış ve bu tasarrufa yönelik hukuki süreçte Danıştay 8. Dairesi bu kararı iptal etmiş ise de sözde Milli Eğitim Bakanı ama adının önündeki “Milli” duygudan yoksun haramzadeler, “Türk” sözcüğünden rahatsız olanların yörüngesinde savrulmuş gidiyor.

Bölücü zihniyetin esareti altına girdikleri içindir ki ısrarla yaptıkları itirazları sonrasında Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu tarafından bu karar ortadan kaldırılmıştır.

Bununla beraber yine eş zamanlı olarak, yine aynı Danıştay tarafından Devlet madalyalarından Atatürk kabartmasının da kaldırılması kararı verilmiştir.

Çok manidar değil mi? Yoksa bizim bilmediğimiz yeni ve örtülü bir “çözüm süreci” mi uygulamaya konuldu?

Şimdi bizim de buradan bunu talep edenlere ve kararı verenlere bir-kaç soru sorma hakkımızın doğduğunu düşünüyorum:

Birincisi; “Andımız” içerisinde yer alan hangi duygu, kimlik veya ideal sizi rahatsız etti?

İkincisi; Son Türk devletini kuran ve düşmanlarının bile önünde saygı ile eğildiği, başarısını takdir ettiği bir yüce kişiliğin, yani Atatürk’ün resmi “Devlet Nişanlarında” yer almayacak da kimin resmi yer alacak?

Üçüncüsü; Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasal düzenini değiştirmek, lâik, demokratik cumhuriyet ilkeleri yerine şeriat hükümleriyle bir sözde din devleti kurma hayali içinde yargıyı işgali altına alan ve 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumuyla birlikte Anayasa Mahkemesi üyelerinin yemin metninde bile değişikliğe yönelik kalkışma cüreti gösteren FETÖ terör örgütünün kripto unsurları Danıştay’da da halen hüküm mü sürmektedir?

Andımızın Yönetmelikten çıkarılması konusunda ısrarcı olan Milli Eğitim Bakanına ve 8. Daire tarafından iptal edilen kararı ihtiras duygularıyla yeniden işlevsel kılacak karara imza atan İdari Dava Daireleri Genel Kurulu Yargıçlarına da sormak isterim;

Bu kadar mı kimliğinizden, geçmişinizden koptunuz, bu kadar mı inkârcı oldunuz?

Mensubu olduğunuz ve cebinizde taşıdığınız vatandaşlık belgesinde yazılı “Türkiye Cumhuriyeti” tanımı bu kadar mı sizi rahatsız ediyor?

Türk değilseniz, nesiniz?!

Bu yeminden rahatsızlığınız varsa demek ki “doğru” da değilsiniz, “çalışkan” da..

Devamındaki duygulara ilişkin de bir şeyler söylersem hakikaten insan içine çıkamazsınız.

Onun için bir tek yorum yapabilirim, hepinize YAZIKLAR OLSUN!

İşte şimdi gerçek milliyetçilerin duruşunu ve bu rezaletin ortadan kaldırılmasına dair samimiyetlerini test etme zamanıdır.

Andımızın kaldırılması PKK’ya verilen ödüldür!

“Rabia” işaretiyle saydığınız dört ilke içerisindeki “tek millet” hangi millettir?!

Milliyetçilik, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne tasallut edenlerin bu dayatmalarını hamasi söylemlerle geçiştirmekle değil, FETÖ terör yapılanmasının Yargı nezdinde oluşturduğu Türklük, milliyetçilik ve lâiklik düşmanı “arap” sevici, şeriat devleti hayalleriyle yanıp tutuşan kripto yapılara karşı dik duruşla olur.

İşte bakın; dün bir bugün iki.. Aynı partinin mensuplarıyken Cumhurbaşkanıyla ters düşüp kendilerince yeni parti kuranlar, şimdi gerçek zihniyetlerini de ortaya koymaktan çekinmiyorlar.

Andımızı “tektipleştirici” olarak tanımlayanlar “şecaat arz ederken merdikıpti sirkatin söyler” misali kafasının arkasındakileri ağzından kaçırıyor.

Stratejik derinlik öngörüsüzlüğüyle ülkeyi Suriye bataklığına sürükleyenler, Emevi camiinde namaz kılmaya giderken Emevilerin Türkiye camilerinde namaz kılmasına sebep olanlar, demek ki boşuna “serok Ahmet” diye karşılanmamış o zamanlar.

Bakalım parlamentodaki muhalefet nasıl bir “duruş” sergileyecek? Milliyetçilik denilen kavram lafla değil işte bu gibi durumlarda göğsünü siper etmekle gösterilir.

Onun için geçmişte Bülent Ecevit; “Biz milliyetçiliği boş sokak duvarlarına değil, Ege’nin deniz yataklarına, orta Anadolu’nun haşhaş tarlalarına, Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarına yazdık!” demişti.

Biz bugün de aynı noktadayız.

Anayasamızın 66. Maddesinde “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağı olan herkes Türk’tür.” denilmiş olmasının, öyle görünüyor ki devleti yönetenler nezdinde herhangi bir hükmü yoktur.

Bu yanlıştan dönülmelidir. Eğer sayın Cumhurbaşkanı “tek millet” kavramını “Türk milleti” olarak sayıyorsa çıkaracağı bir Kararname ile sorunu çözmelidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi gerekirse bu konularda münhasıran bir kanun çıkarmalı ve bu pespayeliğe bir son vermelidir.

Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geçtiğimiz günlerde açıklanan “Ekonomide Reform” çalışmalarının, umulan ve beklenilen boyutta olmadığı, toplumun bu konudaki tepkisizliğinden açıkça görülmektedir.

Paket içerisinde yer alan, kuaför, tesisatçı, tamirci, vb. 850 bin küçük esnafı kapsaması öngörülen, gelir vergisinden muafiyet ile beyan yükümlülüklerini de kaldıran, içeriği ve detayı net olmamakla birlikte diğer hususlardaki olası gelişmelerin de daha önce açıklanan “İnsan Hakları Eylem Planı” paketindeki iyi niyet ve temenniler düzeyini geçemediği apaçık ortadadır.

Kaldı ki, “vergiden muafiyet” hususu bir Anayasa değişikliğini zorunlu kılmaktadır. Zira Anayasamızın 73. Maddesi “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.” şeklinde bir amir hüküm içerir.

Dolayısıyla hiçbir yönetim kafasına göre, “falanca kesim vergiden muaftır” gibi bir karar ihdas edemez.

Bu arada Muhasebeci – Mali Müşavir serbest meslek mensubu kesimlerin de uğradığı bir zarar var o ayrı bir tartışma konusudur. Bu konuda bakalım TÜRMOB’dan nasıl bir açıklama gelecek..

Biz beklerdik ki; madem reform adı veriyorsunuz, 850 bin esnafı koruyup kollayacak bir düzenleme getiriyorsunuz, onların Bağ-Kur primlerini devlet üstlensin.

Beklerdik ki; halkın cebinden çıkanı azaltarak ekonomiyi canlandırma adına 20 yıldır kaldırılamayan ÖTV kaldırılsın.

Beklerdik ki; hangi eğitim düzeyinde olursa olsun işe yerleştirilememiş, ancak anne-babasının kazandığından pay alarak işsizlik dönemini yaşayan gençlerin, “Genel Sağlık Sigortası” mükellefi yapılması gibi absürt uygulama ortadan kaldırılsın. İşte o zaman bir gerçek reform paketinden söz edilebilir.

Sıradan vatandaşın içeriğini anlamakta zorlanacağı bu çalışmanın bir de gereğinden fazla ayrıntılarla ortaya konulması beklentilerin gücünü zayıflatmaktadır.

Paket içerisinde yer alan “kamuda israfın önüne geçileceği” , “kamu ihalelerinin bundan sonra şeffaf olacağı” gibi taahhütlere yer verilmesiyle, bugüne kadar önlenme ihtiyacı doğuran boyutta bir israfın varlığı, ihalelerdeki şaibeleri haklı çıkaracak boyutta bir suiistimalin kabulüyle şeffaflık mecburiyetinin oluştuğu da itiraf edilmiş oluyor. Acı ama gerçek!

Ayrıca, Türkiye olarak demokrasi, yargı bağımsızlığı ve özgürlükler konusundaki karnemizi düzeltmeden ekonomide sürdürülebilir bir başarı elde edilemeyeceğini belirtmek isterim.

Onlarca kez uyarmamıza, önerilerimizi paylaşmamıza rağmen görünen o ki, gerçek anlamda demokrasinin işlerlik kazandırılacağı bir ortak yaşam ortamı maalesef görünmüyor.

Toplumun tüm kesimlerinin temsil edileceği bir meclisin yaratılması noktasında hâlâ daha seçim barajının oranı tartışılıyorsa, sözün bittiği yerdeyiz demektir.

Evet, yaşanmakta olan ekonomik daralma, üretimdeki düşüş, her ay tespit edilen işsizlik rakamlarının bir önceki aydan yüksek çıkması, sisteme yabancı sermayenin nasıl daha çok katılması gerektiğine dair çözüm arayışlarını zorunlu kılıyor, dış dünyaya güven duyacağı zemin yaratma amacını taşıyan bir iyi niyet söz konusu olabilir ama, gerçekten bir sonuç alınmak isteniyorsa, hukuk ve demokrasi reformu ekonomi reformlarından önce fiilen hayata geçirilmelidir.

Kısacası açıklanan bu paket yapısal reformlar içeren bir paket olmaktan ziyade, Covid-19 salgınının yarattığı ekonomik durgunluğu aşmaya yönelik bir canlandırma paketi olarak adlandırılsaydı daha isabetli bir tanımlama olurdu.

Değerli basın mensupları,

Amerika’da bazı ilginç kampanyalar medya aracılığıyla kamuoyu gündemine taşınmaya devam ediyor.

Bizim güdümlü medyamız da maalesef bu tür magazinsel konuları ballandıra ballandıra halkın gündemine taşımayı çok seviyor.

10 gün önce New York kentinin Times meydanında dijital reklam panolarında FETÖ yandaşlarınca organize edilen “Stop Erdoğan”  ilanları görülmüştü, bu kez de karşı hareket olarak “Radikal Yahudi düşmanı aşırılıkçı elebaşı Gülen, Pensilvanya’da yaşıyor. Gülen’i durdurun.” ilanları ile rövanş almaya çalışan bir zihniyetin işbaşında olduğunu görüyoruz.

Umarım bu girişimlerin bizim hükümetimizle, Dışişleri Bakanlığımızla ya da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ile bir bağlantısı yoktur.

Zira; ilişkili olması bir faciadır.. olmayıp da seyrediyor olmaları daha büyük bir faciadır. Bu konuda derhal zaman geçirmeden resmi bir açıklama yapılması zorunludur.

Bu karşı kampanyayı yürütenlere sormak isterim; lâik Cumhuriyet düşmanı, 15 Temmuz kalkışmasının elebaşı ve 251 vatan evladının katledilmesinden, milletin demokrasi mabedi TBMM’nin bombalanmasından sorumlu bir hainin gerçekte öyle de olsa “Radikal yahudi düşmanı” gibi bir özelliğinden kim hangi gerekçeyle rahatsızdır?

Yoksa bu ilânları sözde Türkiye aşığı (!) Yahudi cemaatleri mi organize ediyor?

Daha birçok soru gündeme gelebilir, şimdilik bu kadarıyla yetinmek isterim.

Değerli basın mensupları,

Covid-19 pandemisi yeni mutasyonlarıyla etkisini artırarak sürdürüyor. Vaka sayısına karşılık hastanelerdeki doluluk oranları geçen senedeki değerler düzeyinde değilse de, ciddi bir tedirginliğin varlığı kabul edilmelidir.

Devlet gereken tüm tedbirleri elinden geldiğince ve olanaklar elverdiğince yerine getirme gayretindedir. Burada toplumsal davranışların salgını besleyecek yöntemler içerdiği hususunda herkesin hemfikir olduğunu düşünüyorum.

Vatandaşlarımıza büyük sorumluluk düşüyor. Daha dikkatli ve daha özverili bir yaşam sürdürmek zorundayız.

Bunu sağlayabilirsek sorunsuz bir yaşamın kapıları daha tez zamanda açılacaktır. Aksi halde acı, ızdırap ve gözyaşı kaderimiz olmaya devam edecektir.

Dış politikadaki gelişmeleri de yakından takip ediyoruz, her zaman vurguladığımız üzere Demokratik Sol Parti olarak bölge merkezli dış politika anlayışımızda ne denli haklı olduğumuz, yaşanan tüm süreçlerde gün yüzüne çıkıyor.

Mısır’la ilişkilerde, Suriye ve Irak politikalarında, Arap ülkeleriyle olan ilişkilerdeki yanlış stratejiler, karşımıza birer ihanet abidesi olarak dikiliyor.

Şimdi de Suudilerin Yunanlılarla Akdeniz’de ortak tatbikat planlamaları, umarım iktidarın aklını başına getirir.

Suudi kralın öldüğünde üç gün yas ilân eden Türkiye’ye karşı böyle bir girişimin bırakın gündeme gelmesini, düşünülmesi bile bizim sırtımızdan hançerlenmemiz anlamı taşır.

Her fırsatta milli olmaktan dem vuran iktidarın, bir cinayet azmettiricisinin başında bulunduğu sözde devletin ülkemiz üzerinden elde etmeye çalıştığı çıkarlarını yeniden gözden geçirme vakti gelmiş, çoktan geçmektedir.

Sizlerle bir hususu daha paylaşmak isterim.

Bir-kaç gün önce demokrasi tarihimizin kara sayfalarından bir olan 12 Mart Muhtırası’nın 50. yılını geride bıraktık.

Her ne hikmetse Demokratik Sol Parti olarak bizim dışımızda ne iktidar partisinden, ne de parlamentodaki diğer siyasi partilerden en küçük bir açıklamaya tanık olamadık.

Hadi diğerlerini bir kenara koyalım da.. ana muhalefet partisinden CHP’den de bir ses çıkmaması çok daha manidar.

12 Mart Muhtırası ile istifa ettirilen hükümetin yerine  CHP milletvekili Nihat Erim’in partisinden istifa ettirilip darbecilerin kriterlerine uygun yeni bir hükümet kurulmasına sessiz kalan ve destek veren İnönü’ye karşılık Bülent Ecevit CHP Genel Sekreterliğinden istifa etmişti.

Demokrasiye sadakat ve bağlılık böyle olur.

Sıkıştığında Ecevit’in ipine sarılmakla ne demokratlık, ne de halkçılık olamaz!

Bu millet aynı dönemde ABD emperyalizmine karşı mücadele ettikleri için “Balyoz” lakaplı “Şalcı Nihat” tarafından darağacına gönderilen üç fidanı, Kızıldere’de kurulan kumpasla katledilen yurtseverleri unutmadı ve unutmayacak.

Ak Parti’ye de sormak isterim; Hayırdır?

Darbelere karşı bakış açınızda bir değişiklik mi oldu?

Lafın başı geldi mi 60 darbesi diye başlayıp, 15 Temmuz darbe kalkışmasıyla devam ediyordunuz?

12 Mart Muhtırasını herhalde potföyünüzden çıkardınız.

Yine ilginç bir şekilde, televizyon ekranlarında sabahlara kadar darbeleri ve darbecileri konuşan ekran bülbülleri de sus-pus oldular. Acaba ağababalarından bir talimat mı aldılar konuşulmaması için?

Siz ne kadar susarsanız susun, Demokratik Sol Parti emperyalizme, mandacılığa, küresel teröre karşı dik duruşundan asla taviz vermeyecektir. Bu devletin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Tam bağımsız Türkiye” idealine olan bağlılığıyla ve sarsılmaz inancıyla hakça bir yaşamın gerçekleşmesi doğrultusunda çalışmaya devam edecektir.” şeklinde konuştu.

Başa dön tuşu